Bu Blogda Ara

20 Aralık 2010 Pazartesi

Kahveli Köyün Öyküsü

Kahve önünden yarenleriyle gezgin bir derviş geçiyordu. Rahvan yürüyüşlü, kara donlu bir ata binmişler, kahvedekilere selam vere vere giderlerken yayvan şapkalı bir köylü önlerine çıktı, evine çağırdı onları. “Nereden gelip nereye gidersiniz?” diye sordu, “bir ayranımızı için, yoğurdumuzu yiyin, biraz soluklanın hele” dedi.


17 Aralık 2010 Cuma

Hüseyin Rahmi ve "Kaynanam Nasıl Kudurdu?"

Hüseyin Rahmi’nin Roman Anlayışı

Hüseyin Rahmi, anneannesinin Aksaray’daki konağında dadılar arasında geçen çocukluk ve gençlik yıllarında İstanbul yaşamının bütün inceliklerini görmüş, ev kadınlarının iç dünyalarına girerek onların çeşitli konulardaki görüşlerini öğrenmiş, İstanbul Türkçesini bütün incelikleriyle kavramıştır. Balzac, Musset, Bourget, Maupassant, Daudet gibi yazarlardan ve Voltaire, Schopenhauer, Nietzsche gibi düşünürlerden etkilenmiş, Türk halk edebiyatından da büyük ölçüde yararlanmıştır. Romanı, ahlakın aynası olarak görmüş, olabildiğince geniş bir okur kitlesinin anlayabileceği bir dil kullanmıştır. Edebiyatın, ancak dilde yalınlığın öneminin anlaşılmasından sonra başlayacağı görüşünü öne sürmüş, çok okunan bir yazar olmasının nedenini, kendine özgü, açık ve yalın üslubuna bağlamıştır.

14 Aralık 2010 Salı

Hasan Ali Toptaş'ın "Gölgesizler" Romanı

1. Romanda Konu ve Tema
Romanda, bir berber dükkânında ve bir köyde geçen olaylar anlatılarak, zaman-mekân ilişkisi ve varlık-yokluk sorunları tartışma konusu edilmektedir.

2. Roman Metninin Çözümlenmesi
Romanın iki mekânı, iki zamanı vardır. Olaylar bir yandan şehirde, şehirdeki bir berber dükkânında yaşanırken, bir yandan da köyde, ama şehirdeki olaylardan yıllar önce akmaktadır.

11 Aralık 2010 Cumartesi

Latife Tekin'in "Sevgili Arsız Ölüm" Romanı

Olay Örgüsü

Sevgili Arsız Ölüm romanında olayların bir bölümü, sonradan Akçalı adını alacak olan Alacüvek köyünde; bir bölümü de adı belirtilmeyen bir büyük şehirde geçer. Otobiyografik özellikler taşıdığı bilinen romanda sözü edilen köyün, Kayseri’nin Bünyan ilçesine bağlı Karacafenk köyü, büyük şehrin ise İstanbul olduğu, yazarın yaşam öyküsünden yola çıkılarak tahmin edilebilir.

9 Aralık 2010 Perşembe

Orhan Kemal'in "Bereketli Topraklar Üzerinde" Romanı

Olay Örgüsü

Sivas’a bağlı Ç. Köyünden üç arkadaş İflahsızın Yusuf, Köse Hasan ve Pehlivan Ali; “ekini kıt” olan köylerinde geçimlerini sağlayamadıklarından, çalışıp para kazanmak amacıyla Çukurova’ya giderler. Geçmişte yalnız Yusuf çalışmak için iki aylığına Sivas’a gitmiş, köylerinden ilk kez çıkan Hasan ve Ali ise hayatlarında şehir görmemişlerdir. Hiç biri okuma yazma bilmemektedir. Daha önce şehir gören ve amcasının kendisine anlattığı gurbet hikâyelerinden dersler çıkaran Yusuf, arkadaşlarını, şehir hayatının tehlikeleri ve şehir insanının güvenilmezliği hakkında sürekli uyarır. Nitekim amcası, gurbetten bir daha dönememiş, çalışmak için gittiği şehirlerden birinde ölmüştür. Yola çıkarlarken başlıca hedefleri, Çukurova’da yeteri kadar para kazandıktan sonra köylerine dönmektir. Dönüşte Hasan kızına saç tokası ve tarak, Ali annesine elbise, Yusuf evine bir gaz ocağı götürecektir.

7 Aralık 2010 Salı

Bir Tiyatro Adamı: Barba, Bir Tiyatro Okulu: ISTA

1. Giriş
Bu çalışmada, ünlü tiyatro kuramcısı ve yönetmeni Eugenio Barba ve geliştirdiği oyunculuk yöntemi konu edilmiş; konunun daha iyi anlatılabilmesi için, tiyatronun tanımı ve unsurları ile tarihine de kısaca değinilmiştir. Daha sonra tiyatroda kültürlerarasılık kavramı üzerinde durularak konu genişletilmiş, son olarak Barba ve ISTA (Uluslararası Tiyatro Antropolojisi Okulu) hakkında bilgi aktarılmaya çalışılmıştır.

5 Aralık 2010 Pazar

İlk Aşklar, Son Ölümler

İlk aşklar da, son ölümler de bu sokaklarda yaşandı.

Burası kentin kıyıda köşede kalmış semtlerinden biriydi. Çevre köylerden, kasabalardan kente çalışmaya gelen fabrika işçileri ve onların aileleri semtin çoğunluk nüfusunu oluşturuyordu. O semtte ve o kentte çalışmak ayıp olmaktan çıkmıştı artık. Kadın erkek, çoluk çocuk herkes çalışıyordu. Gece bekçileri, belediye zabıtaları, polis memurları semt halkının en ayrıcalıklı kesimiydi. Devlet kapısında ya da bir fabrikada iş bulamayanlar evde çalışırlardı. Bir tezgâhta çarşaf dokuyan kız çocuk1arı; sedirlere örtü ve yastık kılıfı diken, kâğıtlara şeker saran ev kadınları ailenin gelirine en az babalar, ağabeyler, ablalar kadar katkı sağlarlardı. Okul sonrası gazete ve simit satıcılığı, ayakkabı boyacılığı yapan oğlanlar da öyle. İlkokuldan sonra okula devam edemeyeceğine kanaat getirilen erkek çocukları, tamirhanelere, atölyelere, esnaf yanlarına çırak girerler; kız çocuklan biçki dikiş kurslarına giderlerdi.

4 Aralık 2010 Cumartesi

Bir Şile Öyküsü

Dün yine Şile’deydim. Şile’nin denizini hiç böyle lacivert görmemiştim, göğünü hiç bu kadar mavi.
Hiç bu kadar büyümemişti içimdeki sevgiler.
Deniz Müzesi’nde gördüğüm tekneyi düşündüm. “Uzaklar” ne güzel bir isimdi. Uzaklara baktım, gözümün alabildiğine uzaklara.
Şile, yüksek kıyılar üstüne kuruludur, denize yukarıdan bakar. Denizin yüzeyine gerilmiş bir yay gibidir sanki. Hem denize biraz uzak durur, hem denize sevdalı.

Bir Roman ve Bir Film Olarak Gazap Üzümleri

1. Giriş
Bu çalışmada, Amerikalı yazar John Steinbeck’in The Grapes of Wrath (Gazap Üzümleri) adlı romanı ve bu romandan Amerikalı yönetmen John Ford tarafından uyarlanan aynı adlı film, karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. Bu amaçla öncelikle özel birer dil olarak edebiyat ve sinema kavramları üzerinde durulmuş, daha sonra roman ve film hakkında bilgiler verilmiştir. Son olarak da filmin bir roman uyarlaması olarak ve bir sinemasal yapıt olarak başarı durumu değerlendirilmeye çalışılmıştır.

Uyur Uyanık Gelibolu

Bir rüyadayım.
Boğazın bittiği yerde, Ege Denizi'ndeyim. Çevremde tam bir ölüm sessizliği... Bir kısmı Ege Denizi'ne düşüyor aydınlığın, bir kısmı, toprakla bir olmuş savaşçıların üstüne.

Bir rüyadayım.
Islıkla şarkılar söyleyen bir çoban, kumsaldaki ayak izlerimin üstünden bir koyun sürüsü geçiriyor. Bir kız, durup minik kuzuları seviyor.

Bir Batı Karadeniz Yolculuğu

Bundan yaklaşık dört yıl önceydi. Tarih: 19 Mayıs 1998. Bir minibüs kiralamış, topluca Ankara’dan Amasra’ya gitmiştik. Dönüşte de Safranbolu’ya uğramış, Havuzlu Asmazlar Konağı’nın sofasında, havuz başında çay içmiştik. Dışarıda çılgın bir yağmur yağıyordu. Yağmur kadar çılgın kimi arkadaşlarımız, yağmura aldırmadan dışarı fırlamış, yağmurla yarış edercesine konağın çevresinde şöyle bir dönüp gelmişlerdi.

Bu son gezide, havuzlu sofada çay içmekle kalmayıp, konağın geniş odalarından birinde geceleme mutluluğuna da eriştim. Yalnız şunu fark ettim ki, dışarıda çılgın bir yağmur yağmıyorsa ve etrafta çılgın arkadaşlar yoksa, Safranbolu’da ve Havuzlu Asmazlar Konağı’nda zaman çok yavaş işliyordu.

3 Aralık 2010 Cuma

Hayat Biraz Karşıtlıklar Üzerine Kuruludur

Hayat biraz da karşıtlıklar üzerine kuruludur. En başta yaşam-ölüm karşıtlığı üzerine… Hayattaki karşıtlıkların tamamını kapsamak savıyla bir şeyler söylemek, bir insan beyninin sınırlı zihinsel kapasitesi için fazla iddialı olacağından, bu karşıtlıkları teker teker ele almak daha akılcı bir yaklaşım olabilir.

2 Aralık 2010 Perşembe

Yazmak Üstüne

Edebiyat, önce sözlü olarak başlamış. Yazı bulunmazdan önce de edebiyat varmış demek ki, edebiyata ihtiyaç duyuluyormuş.

Edebiyata niye ihtiyaç duyulur? Her şeyden önce edebiyat bir ihtiyaç mıdır?

1 Aralık 2010 Çarşamba

Batılılaşma Mitinin Kahramanı Namık Kemal

1. Giriş

Bu çalışmada, ülkemiz düşünce hayatında önemli yeri olan Batılılaşma ideolojisi ve ünlü düşünce adamı Namık Kemal’in bu ideolojiyle kurduğu ilişki; “mit” ve “kahraman” kavramları ışığında ele alınacak, böylece Batılılaşmanın bir “mit”, Namık Kemal’in de bir “kahraman” olduğu gösterilmeye çalışılacaktır.

Bu amaçla öncelikle “mit” ve “kahraman” kavramları üzerinde durulacak, daha sonra bir mit olarak Batılılaşma ideolojisi tartışma konusu edilecektir.

Yollarda

Ne güzeldir yollarda olmak şimdi.

Ben yollarda olmayı seviyorum. Bir yere varmak değil bir yere gitmek daha çok heyecan veriyor bana. Haritalardaki çizgiler, gerçek birer yola dönüşsünler istiyorum. Küçüklü büyüklü noktaların birer şehre, birer kasabaya bürünmüş hallerini görmek istiyorum. O şehirlerin, kasabaların içinden geçmek, oralarda yaşayanlara uzaktan el sallamak, onları kendi yaşamlarıyla baş başa bırakmak yine.

Edebiyat Öğrenimi Üstüne

Karşılaştırmalı edebiyat alanında yüksek lisans yaparken kimi dersleri, öğrenim görmekte olduğum üniversitenin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü lisans öğrencileriyle birlikte alıyordum. Bir gün bu bölümün son sınıf öğrencileriyle dersteyken dersi veren hoca sınıfa bir soru sordu. Dedi ki: “Artık mezun olmak üzeresiniz. Edebiyata olan ilginiz ve sevginiz, bu bölüme başlarken ne düzeydeydi, bitirirken ne düzeyde? Bu konuda bir karşılaştırma yapar mısınız?”

Bilsem Ne Bilseler Ne ki

...Şunun şurasında iki ay ya kaldı ya kalmadı düğüne
Aynı gün başka kimler evlenecek
Ortalara çıkıp hangi kadınlar hangi erkekler oynayacak
Diye düşünürken tam
Şehrin kalabalıkları içinde
Kayboluşumun şerefine
İki kadeh rakı içerken buldum kendimi
Bilmiyordum hangisi önceydi
Düğünler, düğünlerde ortalara çıkıp oynayanlar mı
İçilen kadehler mi?
Bilsem ne, bilseler ne ki?
O gün müydü ertesi gün mü
Aynı ben sayısal loto sonuçlarına bakıyordum bu defa
O kızgınlıkla yırtıp atıyordum kuponu
Sıcaklık on sekiz derece civarındaydı
Açıklık bir yerdeydik, bir masada karşılıklı oturuyorduk
Karşımdaki bal renkli gözlere dalıp dalıp çıkarken gördüm kendimi
Üçüncü bir kadehe başlamak üzereydim
İnsanlar üst üsteydi
Hayatı kaybedip yeniden bulmuşçasına sevinçliydiler
Keman ezgileri eşliğinde
Yürüyüp yürüyüp gidiyorlardı
Daha sevinçli, daha neşeli yerler biliyorlardı belli ki
Bir telaş, o yerlere yetişmeye çalışıyorlardı
“Bir küçük altın alalım da yeni doğan bebeğe takalım” dedi
Kalabalıktan biri
Manav, ışıklı meyvelerini bir güzel yıkadı
Giysiler gece serinliğinde üşüdüler
Giysilerin sahibi karnında bir ağrı hissetti
On yıldır her ay böyleydi bu
On yıldır her ay giysiler gece serinliğinde üşür
Giysilerin sahibinin karnı ağrırdı.
Karanlığa el salladılar
El kol işaretleriyle
Birbirlerine bir şey anlatmaya çalışan
Ya da aralarında tartışan iki kişiye benziyorlardı
Merdivenli bir sokakta kayboldular...

(2006)

Milenyumun Seks Sembolü

Brigitte Bardot’yu, bir süre evli kaldığı Roger Vadim keşfetmişti. Vadim’in yönettiği Ve Allah Kadını Yarattı filmi (1956) ve bu filmin, o zaman yirmili yaşlarını sürmekte olan baş kadın oyuncusu Brigitte Bardot uzun yıllar bir arada anılacaklar; Bardot zamanla sinemanın seks ilahesi unvanını kazanacaktı. Fransızların en önemli “ihraç ürünü” sayılan Bardot’nun adı Cote d’Azur’un sevimli kıyı şehri St. Tropez ile neredeyse özdeşleşmişti. Altmışlarda Türkiye’nin en çok satan “mecmuaları” olan Hayat ve Ses, Brigitte Bardot’nun bikinili fotoğraflarını yayınlardı. Açık hava sinemalarında onun filmleri gösterilirdi. O yılların naylon gömlekli, ince bıyıklı, gür saçlı Türk erkekleri (hangi toplumsal kesimden geldikleri fark etmezdi) toptan Brigitte Bardot hayranıydı. Bardot, yaşlanıp sinemayı bıraktıktan sonra St. Tropez’deki evine çekilecek ve hayatını hayvanlara adayacaktı.