Bu Blogda Ara

6 Ocak 2012 Cuma

Akdeniz'in Gece Serüvenleri

Yeni evlilerin balayı için bir tatil yöresine gitmeleri, evliliğin ilk günlerini güzel bir otelde geçirmeleri âdettendir. Neden böyledir bu? Tatil yöreleri ve güzel oteller insanda yoğun bir erotizm duygusu yaratır da ondan. Bu erotizm duygusu sayesinde yeni evli çiftler, evliliğe iyi ve verimli bir başlangıç yapacaklar, aileye yeni katılacak üyeler için tarlaya ilk tohumları atacaklardır.

Bir tatil yöresine gitmek, güzel bir otelde birkaç gün geçirmek için ille de yeni evli bir çift olmak gerekmez. Hatta evli ya da çift olmak gibi bir zorunluluk da yoktur. Laik bir cumhuriyet olan ve batılı yaşam tarzını benimseme yolunda epey mesafe almış bulunan ülkemizde genç bir kadın tek başına bir tatil yöresine gidebilir, güzel bir otelde tek başına kalabilir, yörede istediği kadar zaman geçirebilir. Kimsenin bir diyeceği olamaz buna.


Gelgelelim, gidilen tatil yöresinin ve kalınan güzel otelin yaydığı erotizm dalgaları, yalnız başına oralara gelmiş genç kadını da kısa sürede etkisi altına almaktan geri durmaz. Şiddetli bir fırtınanın denizde yarattığı dalgalar nasıl küçük bir sandalı olduğu kadar koca bir şilebi de önüne katıp sürüklerse, tatil yöresinin ve güzel otelin erotizm kokan havası, yöreye dışarıdan gelen gezginlerin ruh durumlarında, çift mi tek mi olduklarına bakmaksızın, dalgalanmalar yaratır. Bu ruhsal dalgalanmalar, platonik bir kaçış niyetiyle başlayan bir yolculuğun cinsel çağrışımlarla dolu bir tatile dönüşmesi için yeter de artar bile. Sonunda genç kadın bir erkeğe olmasa bile adı Akdeniz olan o eşsiz doğaya âşık olmaktan kendini alamaz.

Kadın askılı giysisiyle Akdeniz’in kumsallarına sere serpe uzanır. Kendini Akdeniz’e teslim etmeye hazırdır. Akdeniz’in karşısına çıkarken daha da çekici olmak kaygısıyla şık ve seksi bir bikini almaya çıkar. Bir yandan da afrodizyak ürünler peşindedir. Yörenin afrodizyak etkili patlıcan ve karpuz reçellerinin ününü önceden duymuştur çünkü.

Artık gece gündüz birlikte oldukları Akdeniz’le iç içedirler. Akdeniz parlak ama durgundur. Durgunluğunun nedeni, birilerinin Akdeniz’le genç kadının arasına girmeye çalışmalarıdır. Ne genç kadın, ne de Akdeniz izin verir buna. Kadın kendisini kovalayanlardan kaçıp kurtulmak için falezlerden atlayıp sonsuza kadar Akdeniz’le birleşmeyi bile düşünür. Yalnızca sevgilisiyle arasına girenler değildir kaçıp kurtulmak istediği; mesken tuttuğu şehirdir, insanlardır, hastalıklardır, belki de bütün bir yaşamdır. Bazen, canlı insanlarla konuşmaktansa ölülerle söyleşmek ona daha çekici gelir. Oysa Akdeniz her zaman onun yanındadır. Durgun olmasına durgundur ama her defasında onu bu kötücül ruh durumundan çekip çıkaran yine Akdeniz olur.

Genç kadının artık daha fazla beklemesine gerek kalmamıştır. Sonunda aradığını bulmuş, "masallardan da uzun" yollar, onu Akdeniz’e kavuşturmuştur. Akdeniz, o muhteşem doğa parçası, genç kadının aradığı sevgilinin ta kendisidir.

Akdeniz, onu yakıp karartmadan önce, uzun süre demlenen bir çayın rengi gibi koyulaşmıştır genç kadının her yanı. Ruhunu hep "yanıklara sürmekten," yalnızca teni değil, ruhu da yanık karası bir renk almıştır. Hem artık gece serüvenlerinde Akdeniz, bu esmer güzelinin hem beden yanıklarını, hem ruh yanıklarını iyileştirmeye hazırdır.

Üstelik yanmak, her zaman acı çekmek anlamına gelmez. Olgunlaşmak anlamına da gelir. Yalnızlığın getirdiği bir olgunluk…

Mevlana boşuna mı demiş, “Hamdım, piştim, yandım.” diye.