Şiir olmayı hak eden herhangi bir metinde; duygulanımlar, izlenimler, düşünceler vb. insansal durumlar anlatılırken özgün sözcükler, söz dizimleri ve anlatım biçimleri bulunması zorunludur. Bir metnin gerçek bir şiire dönüşebilmesi için, o metin üzerinde çok çalışılması gerekir. Ayrıca şiirin ne kulak tırmalayıcı sözcüklere, ne de yazım hatalarına tahammülü vardır.
Biri duygularını “şiir” biçiminde ifade etmeyi tercih ediyorsa, buna kimsenin bir diyeceği olamaz. Her yazılan şiir, edebiyat tarihine geçecek diye bir kural da yoktur. Ben bir şair değilim, ama iyi şiir yazabilmenin tek bir koşulu olduğunu biliyorum, o da Türk şiirinin ustalarını bıkmadan usanmadan defalarca okumaktır. İyi öykü yazabilmenin, iyi roman yazabilmenin koşulu da aynıdır: O türün ustaları tarafından yazılanları tümüyle içselleştirmek.
Söz açılmışken, şiirin öteki türlerden farkı üzerinde kısaca durmak isterim. Şiirin temelinde imge kullanımı ve sözcük ekonomisi yatar. Varlıkları veya duygulanımları, oldukları gibi değil de, zihinde yarattıkları görüntülerle kâğıda dökmek ve bunu mümkün olan en az sözcükle yapmaktır şiir. Bunu yaparken kendi içinde bir ritim tutturmaktır. Bu açıdan şiir, hem resimle, hem müzikle benzerlik taşır. O yüzden zor ve yorucudur. Zorluk derecesi açısından resim, heykel, mimari vb. sanatlardan hiç de aşağı kalmaz şiir. Bunların her biri farklı sanatlardır. Örneğin resim renkleri kullanır, şiir sözcükleri. Kim hangisine yetenekliyse onu yapsın.
Şair Metin Cengiz, Cumhuriyet Kitap’ta kendisiyle yapılan bir söyleşide, "Şiir hakikati kazıp çıkarmakla mümkün" diyordu ve ekliyordu: "Şiirde en önemli şey, derdimizi dile getirebileceğimiz söyleme tarzını şiirsel söylem içinde gerçekleştirebilmek. Gerisi laf-ü güzaf." Doğru söze ne denir?
Şiir, bir boş zamanları değerlendirme işi, bir hobi değildir. Bir sanattır. Bütün bir ömrün uğruna feda edilmesi gereken bir uğraş olarak görüyorum şiiri. Resim gibi, heykel gibi, bütün öteki sanat dalları gibi... Başka türlü o sanat dalında "iyi" olabilmek mümkün değildir. Ben her zaman sanatı bilimden üstün tutmuşumdur. Sanat hem yetenek, hem de çok çalışma gerektirir. Nazım'ın, Necatigil'in, Dağlarca'nın, Cumalı'nın, Behramoğlu'nun hayatlarına baktığımızda, sadece şiir için yaşadıklarını görürüz. Aşkları da şiir içindir, işleri de şiir içindir, mapuslukları da, sürgünleri de.
Şiir biraz da kelimeleri eğip bükme sanatıdır. Çok güzel bir şeydir bu. Ben kelimelerin ve metinlerin "kutsal" olduğuna inanırım. Dört kelime alın, bunları farklı söz dizimleriyle bir araya getirin, her defasında farklı bir anlam çıkacaktır ortaya. Bu söz dizimlerinin oluşturduğu farklı metinlerin ve farklı anlamların her biri, kolayca yapısökümüne uğratılabilir. Yani anlamları tersine çevrilebilir. Böylesine farklı okumalara ve sonsuz sayıda anlama açık metinlerin ve o metinleri oluşturan sözcüklerin kutsal olduğuna inanmam boşuna değil. Unutmayın, "Kutsal Kitaplar" da kelimelerden oluşan birer metindir.
Sözcükler akla geldikçe yazılır mı hiç şiir? Sözcüklerin akla gelebilmesi için 24 saat şiir düşünmek, hayatını şiire adamak, o sözcükleri “davet etmek” gerekir. Başka türlü olmaz. Bir taraftan yemek yapayım, bir taraftan şiir yazayım olmaz. Bir oturuşta yazılacak bir metin değildir şiir. İnsanın bütün hayatını alır. Kısacası sözcükleri ilham perileri getirmez, emek getirir. "İlham geldikçe" şiir yazanların yazdıkları hiçbir zaman has şiir olamaz. O yüzdendir ki Türkiye, herkesin "şiir" yazdığı, ama kimsenin şiir okumadığı bir ülkedir.