Namık Kemal bir
Tanzimat ve Birinci Meşrutiyet dönemi aydınıdır. Yaşamını, Osmanlı
İmparatorluğunun dağılmasının önlenmesi ve Avrupa uygarlığı düzeyine
çıkarılması ülkülerine adamıştır.
Temel hakların
güvence altına alındığı, parlamenter bir demokrasiden yana olan ve meşruti
yönetime geçiş için mücadele veren Namık Kemal Yeni Osmanlılar örgütünün
üyeleri arasında yer alır. Birinci Jön Türkler olarak da anılan Yeni
Osmanlılar, ilk kez “vatan”, “millet”, “hürriyet”, “eşitlik”, “meşrutiyet”,
“birey hakları” kavramlarını gündeme getirmiştir.
Genellikle
baskıcı yönetime başkaldırmış bir “vatan ve hürriyet şairi” diye anılan ve
“zindandan şiirler söyleyen” bir sanatçı imgesine sahip olan Namık Kemal’in
dönemin aydınları arasında seçkin bir yeri vardır. Kemal her şeyden önce bir
düşünce ve eylem adamıdır. Bu nedenle, gazeteciliği, edebiyatı ve tiyatroyu,
meşrutiyet ve çağdaşlaşma ülküsü doğrultusunda birer araç olarak görmüş ve
kullanmıştır.
Namık Kemal, geliştirdiği
fikirlerle, Fransız aydınlanmasının demokratik-liberal görüşlerini; özellikle
de Locke’un “doğal haklar” ve Rousseau’nun “toplum sözleşmesi” fikirlerini
İslamlaştırmaya, başka bir deyişle, bu görüşlerle İslam siyaset kuramından bir
sentez gerçekleştirmeye çalışmıştır.
Namık Kemal,
“hürriyet” fikrini benimsemekle bir yandan Meşrutiyet’i savunurken, bir yandan
da bu kavramı temel bir birey hakkı olarak sunmuş ve Türkiye’de insan haklarının
bayraktarlığını yapmıştır. Hürriyetin toplumsal biçimini vatanın ve milletin
bağımsızlığı olarak tanımlayan Kemal, bağımsızlığın ancak güçlü bir devlet tarafından
korunabileceğini düşünür.
Namık Kemal,
siyasal alanda Batı düşüncesini benimserken, günlük yaşamda da Batılı yaşam
biçiminin uygulanmasından yana olmuş; eğitime özel bir önem verilmesini,
ailelerin kızlarını satmayıp sevebilecekleri ya da sevdikleri erkeklerle
evlendirmelerini, kadınlara eşit haklar verilmesini savunmuştur.
Akif Bey
İlk Basım Yılı:
1874.
Yazılış Yeri:
Magosa
Oyunun Konusu ve Özeti
Konu, Dilruba’dan
kaynaklanan bir kıskançlık cinayetidir. Ancak olayların gelişimi gereği bir
sınır boyu bölgesindeki savaş yaşamı da oyuna yansır.
Olay Gürcülerin yaşadığı Çürüksu’da geçer. Kırım Savaşı başlamıştır. Bir yıldır Çürüksu’da görevli bulunan gözü pek, dürüst deniz subayı Akif Bey gemisiyle denize açılmaya hazırlanmaktadır. Gürcü beylerinden arkadaşı Şahin Bey’e malının mülkünün senetlerini, hesaplarını ve babasına yazdığı vasiyet mektubunu verir. Şehit olursa karısını babasının korumasını istemektedir. Oysa Dilruba, namuslu, temiz bir kadın değildir. Çürüksu’ya yedi yıl önce bir Dağıstanlı halı tacirinin kızı olarak gelmiş, bu süre içinde birçok erkekle ilişki kurmuş, başından birkaç nikâh geçmiştir. Akif Bey geçmişini bilmeden onunla evlenmiştir.
Bir süre sonra,
Akif Bey’in Sinop açıklarındaki bir deniz savaşında öldüğü haberi gelir. Bu
arada Dilruba ile dört beş aydır Çürüksu’da bulunan Esat Bey adlı memur arasında
bir yakınlık kurulur. Dilruba iki takacıyı para karşılığında yalancı şahit
göstererek mahkemede kocasının öldüğünü belgeler ve Esat Bey ile evlenir. Akif
Bey’in babası Süleyman Kaptan oğlunun vasiyetine uyarak gelinini almaya gelir.
Bu arada Dilruba’nın evinde Dilruba ile Esat Bey’in evlilikleri, bir eğlence
ile kutlanmaktadır. Gece eğlence devam ederken Akif Bey çıkagelir. Ölmemiş, düşmana
esir düşmüş, ancak kaçmayı başarmıştır. Ölümünün üzerinden üç ay geçmeden
karısının bir başkasıyla evlendiğini görünce büyük bir üzüntüye kapılır, onu
artık istemediğini, boşadığını söyler.
Akif Bey,
üzüntüsünü yenmek için meyhaneye gidip içmeye başlar. Burada Dilruba’nın gerçek
kişiliğini öğrenir, yalancı şahitlik eden takacılardan biri ile konuşur. Üzüntüsü
öfkeye dönüşür ve kadının evine gider. Burada Esat Bey ile Akif Bey birbirlerini
öldürürler. Arkalarından Akif Bey’in babası Süleyman Kaptan gelir ve o da Dilruba’yı
öldürür.
5.2. Değerlendirme
Tanpınar’a göre
Akif Bey, konusu ve niteliği itibariyle Namık Kemal’in en dikkate değer oyunu
olup yazarın önceki oyunlarına göre daha olgun bir tiyatro ve insan anlayışını
temsil eder.
Tanpınar, bu
oyundaki kişilerin gerçek yaşama daha yakın olduğunu, birbirine uymayan
yaradılışta, değişik düşünceden insanların karşılaştırıldığını, olayın bu
zıtlıklardan doğduğunu söyleyerek, yazarı kendi düşüncelerini çeşitli tiplere
tekrarlatmaktan kurtulduğu için över.
Tanpınar’ın
değerlendirmesine göre Akif Bey’de vatan fikri hâkimdir. Fakat bu fikir, hayatın
ortasında ve onun bir parçası olarak görünür (Tanpınar: 383).
Oyundan yapılan
aşağıdaki alıntılar, Tanpınar’ın bu fikrini destekleyici niteliktedir:
Akif’in gemisiyle savaşa gitmeye
hazırlandığı sırada:
Şahin – Kim bilir ne kadar sevinirsin
Akif Bey…
Akif, anlamamış gibi hayretle, - Sevinir miyim? Niçin?
Şahin, hayretle irkilerek, - Niçin mi? Geminle bu harbin en büyük seferine
çıkıyorsun, en büyük bayrama gidiyorsun…
Akif, yine dalgın, - Evet… Doğru… Sevinmez olur muyum? (Bir an sükût, kendisini toparlayarak) Ne
o, bana bir tuhaf bakıyorsun Şahin Bey… Telaşımı, dalgınlığımı ayıplıyor gibi
bir halin var…
…
Şahin - … Korkmazsın bilirim ya,
ölümden korkuyorsan ne diye asker oldun? Yediğin ekmeği kendine helal etmek
istemez misin? (Eliyle uzakları
göstererek) Şuraları alan babalarımız seni böyle görselerdi ne derlerdi?
”Bizden değil bu canım” derlerdi… Kavga, onlar için düğün, bayramdı… Böyle
günlerde onları evlerine zincirle bağlasalar kahrolurlardı canım… İnsan devleti
için birkaç ay evinden ayrılsa kıyamet mi kopar?
…
Akif - …Ocağımdan ayrılırken biraz
mahzun oluyorsam ne çıkar? Vatanımı ne kadar seviyorsam, haremimi de ona yakın
seviyorum, ayıp mı? Ondan kederli ayrılmam devletim için sevinçle ölmeme engel
mi olur? Yani vatanını seven adamın başka hiçbir şeyi sevmemesi mi lazım gelir?
(Kemal, 1958:
4–6).
Akif, babasına yazdığı mektubu Şahin’e
verirken:
Akif - … Tanrı nasip eder de şehit
olursam… Vatanım için öldüğüme iftihar etsin… Bu bir! Mektupları küçük
kardeşime okusun da desin ki: “Vatanıma, benim kadarcık olsun hizmet etmeden
gelirse, yanıma kabul etmem!”. Bu iki…
(Kemal, 1958: 11).
Akif Bey,
edebiyatımıza denizi sokan ilk yapıt olarak kabul edilir. Deniz tasvirleri
yapılırken, insanoğlunun denizle mücadelesi verilir. İnsan doğayı denetim
altına alabilmektedir. Ama oyunun bütününde görülen, doğa karşısında öylesine
güçlü olan insanoğlunun kendi duyguları, tutkuları karşısında güçsüz
kaldığıdır. Kurşundan, ateşten, sudan korkmamak yetmez, yürekte açılacak
yaralara da dayanmak gerekir, gerçek yiğitlik budur.
Oyunun örgüsünün
altına serilmiş olan konuşmalarda, Osmanlı İmparatorluğu’nu ayakta tutan gücün
ne olduğu gösterilir. Devletin her yana koşup yetişen bir ordusu vardır. Bu
orduyu oluşturan askerler çoluk çocuklarından, evlerinden uzakta, her türlü
zorluğa katlanarak vatanı korurlar. Herkes rahatını onlardan beklememelidir.
Başka başka uluslardan da olsalar İmparatorluk sınırları içindeki insanlar, bir
saldırıda hemen düşmana karşı silaha sarılmalı, Osmanlı ordusuna öncülük
etmelidirler. Zaten öyle olduğu için, Osmanlı ordusu en güçlü orduları yere
sermiştir. Böyle bir İmparatorluk hiçbir zaman yok olmaz.(Fuat: 151).
Reşat Nuri
Güntekin’e göre de, olayın geçtiği yer olarak bir sınır kasabasının seçilmesi;
İmparatorluğun sınır uçlarındaki ulusların, İmparatorluğa yönelen saldırılar
karşısında bir ilk direniş unsuru olarak oynadıkları rolün vurgulanmak
istenmesindendir. Onlar bu şekilde düşmanı durdururken merkezi ordu arkadan
yetişecek ve düşman yenilgiye uğratılacaktır.
Oyunda Akif Bey
merkezi orduyu, Esat Bey merkezi bürokrasiyi, Şahin Bey ve arkadaşları da yerel
kuvvetleri temsil etmektedir. Ancak, temelde aralarında hiçbir sorunu olmayan
bu üç unsur, bir kadın yüzünden birbirlerine düşmekte ve oyun cinayetlerle
sonuçlanmaktadır (Güntekin: xı).
Oyundan alınan,
Şahin ile Esat arasındaki aşağıdaki konuşma da yukarıdaki yargıları
doğrulamaktadır:
Şahin ile Esat arasındaki konuşma:
Esat
- Allah zeval vermesin. Devletin bu kadar askeri var. Karakol
kavgalarını yine siz mi yapıyorsunuz?
Şahin – Asker mi? Yirmi yıldır biz
evlerimizde yan geldik. Onlar çoluk çocuklarından ayrılarak süngüleriyle vatanın
her tarafına bir demir set çektiler. Biz ziyafetlerde yedik içtik, onlar
seferlerde can telef ettiler. Biz kaba döşeklerde yattık, onlar silahlarına
yaslanıp uyudular. Şimdi devletin şanlı bayrağını bir ellerine, kanlı kılıcını
ötekine almışlar, memleketimize gelmişler. Bütün dünya, rahatlığını onlardan
bekliyor. … Düşman ellişer, altmışar bin
kişilik ordular tertip etsin, üstümüze birkaç yüz top sürsün… Yerlilerin hiç
olmazsa yarısı şehit olsun… O vakit aciz kalırsak şefkatli padişahımızın
kılıcına sığınırız… Biz daha ne gördük ki, kavgayı askere bırakalım? … Biz
askere kılavuzluk ediyoruz. Düşman Osmanlı askerinin kılavuzundan kaçarsa, bize
bundan büyük iftihar olu mu bey?
…
Esat - … Meğer her taşımızın altında
bir arslan yatıyormuş. … Hükümet uykuda görünür, iş böyle iken ordular en
kuvvetli devletlerin ordularını yere sererler, bugün Girit’i alırlar, yarın
Viyana’yı çevirirler… … Demek bütün bunlar hep halkın gayreti sayesinde. Böyle
olunca imparatorluğa zeval yoktur.
(Kemal, 1958:
30–31).
6. Zavallı Çocuk
İlk Basım Yılı:
1873.
Yazılış Yeri:
Magosa
6.1. Oyunun Konusu ve Özeti
Oyundaki başlıca
kişiler on dokuz yaşında bir tıp öğrencisi olan Ata Bey, onun sevgilisi on dört
yaşında Şefika Hanım, kızın babası Halil Bey, annesi Tahire Hanım’dır.
Oyunun konusu,
kendisinden yaşlı biriyle evlendirildiği için sevgilisine kavuşamayan
Şefika’nın ve sevgilisi Ata’nın acıklı ölümleridir.
Ata öksüz bir
çocuktur, amcası Halil Bey’in yanında büyümüş, kızı Şefika’ya âşık olmuştur.
Şefika da ona âşıktır. Ata Askeri Tıbbiye’de okumakta, eve ancak izin
günlerinde gelmektedir. On dört yaşındaki Şefika’ya otuz sekiz yaşında zengin
bir Paşa talip olur. Bir zamanlar varlıklı olan Halil Bey’in durumu sonradan
bozulmuş, bir sarrafa beş yüz kese borçlanmıştır. Sarrafın ölümü üzerine
varisleri Halil Bey’i sıkıştırmakta, alacaklarını istemektedirler. Paşa, kızı nikâhına alınca, sarraftaki
senedini Halil Bey’e başlık parası olarak verecektir. Paşa ile evlenmekle Şefika,
koca bir konağın hanımefendisi olacak, hem de babasını borçtan kurtaracaktır.
Şefika bunun üzerine Paşa’ya varmayı kabul eder. Ama bir koşulu vardır: Paşa’ya
varıncaya kadar kimse Ata’ya bir şey duyurmayacaktır. Nikâhla birlikte daha
baba evinden ayrılmadan, Şefika üzüntüden verem olup yatağa düşer. Sarraftaki
senet alınmıştır, ama kızın hastalığı görülmemiş bir hızla kötüye gitmekte,
akşama sabaha ölümü beklenmektedir. O gün Ata okuldan izinli gelir. Şefika’nın
isteği üzerine annesi Tahire Hanım, Ata’dan durumu saklar, hizmetçilere kızının
evde olmadığını, Boğaziçi’ne gittiğini söyletir. Şefika’nın isteğinden haberi
olmayan Halil Bey ise, Ata’ya her şeyi anlatır, kızının odasına götürür.
Şefika’yı ölüm döşeğinde gören Ata’nın kendisi için yazdığı zehri, Halil Bey
kızı için yazılan bir ilaç sanarak hemen eczaneden aldırtır. İki sevgili yalnız
kalınca Ata zehri içip Şefika’nın yatağına uzanır, o acılar içinde kıvranarak
ölürken, ikisi de birbirlerine bağlılıklarını dile getirirler, öbür dünyada
birlikte olmaya hazırlanırlar. Önce Ata, ardından Şefika ölür.
6.2. Değerlendirme
Oyunun konusunu,
ana babanın çocuklarını kendi çıkarlarını düşünerek evlendirmelerinin felaketle
sonuçlanması oluşturur. Tanpınar, bu basit olayın düzgün bir dille, ancak
hiçbir geliştirmeye imkân vermeyen bir çerçeve içinde yazıldığını belirtir.
Tanpınar’a göre bu eser, duygusal edebiyatımızın başlangıcı olup, öteki yazarlar
üzerinde çok etkili olmuştur (Tanpınar: 382).
Oyunun özünü,
Namık Kemal’in 19 Kasım 1872 tarihli İbret gazetesinde yayımlanan “Aile”
başlıklı makalesinde savunduğu, kızların kendi rızaları dışında
evlendirilmemeleri gerektiğine ilişkin görüş oluşturur. Basit bir olay örgüsüne
dayanan oyunun dili sadedir. Namık Kemal de 31 Mart 1873 tarihinde (Vatan
piyesinin oynanmasından bir gün önce) yazdığı bir makalede Vatan piyesi ile
ilgili olarak “…vatan ve aile gibi en maruf, en sade iki hissin tasvirinden
ibaret olduğu için oyunun hikâyesi de ziyadesiyle sade olmak iltizam
olunmuştu” der.
Özön, bu görüşün
Zavallı Çocuk için de geçerli olduğunu belirtir. Özön, Fransız romantiklerinin
etkisi altında yazılan oyunda, sondaki zehir içme sahnesinin Victor Hugo’nun
Hernani oyunuyla olan benzerliğine dikkat çeker. (Özön: 29 )
Nitekim oyundan
alınan aşağıdaki parçalar da bu değerlendirmeleri pekiştirmektedir:
Şefika ile Ata konuşurken:
Şefika - …Hani bir paşanın bir kızı
varmış, komşusunun oğlunu severmiş, paşa kızını başkasına vermişler, çocuk
kendini öldürmüş, onun üzerine kız da telef olmuş. … “Suphanallah, bir kız
istediği adama varmamakla telef mi olur?” demiştim.
(Kemal, 1974: 61).
Tahire Hanım ile Halil Bey konuşurken:
Tahire Hanım - … Şimdi Şefika mesela
kasabın çırağını seviyorum derse kolundan tutalım da koynuna mı atıverelim?
Halil Bey – Kasabın çırağına değil,
lakin akranından birini severse niçin vermeyeyim de senin kırk yaşındaki paşana
vereyim?
(Kemal, 1974: 72).
Tahire Hanım - …Biz senin gittiğini
istiyorsak ancak senin rahatın, senin devletin için istiyoruz. Ben nineyim
kızım, seni dünyada en büyük adamın haremi görmek isterim… Bu yaşında koca bir
konağın hanımefendisi olacaksın…
Şefika – Ah! Keşki Tabende gibi
halayığınız olaydım, her hizmetinizi göreydim de beni bu evden dışarı çıkarmak
hatırınıza gelmeyeydi.
(Kemal, 1974: 75).
Şefika – …Muradınız benim rahatım değil
mi? Paşaya vermeyin. O konak bana cehennem olacak, o devletler, o saadetler
kabir azabı gibi gelecek.
Tahire Hanım – Kızım, geçer; o bir
çocukluktur. … Şimdi fakir olduk. … Babanın beş yüz kese borcu var. … Nikâh
olursa paşa sana babanın sarraftaki senedini ağırlık verecek. Şimdi anladın mı?
O kıymetli babacığının hapislerde çürüdüğünü, benim kederimden öldüğümü, nazlı
kardeşinin yalınayak sokaklarda süründüğünü ister misin?
Şefika - …Hepinizi hapisten, ölümden
ben mi kurtaracağım? Beni onun için mi paşaya vermek istiyorsunuz? Feda… Feda
olsun.
(Kemal, 1974:
78–80).
Şefika - …Hayat satılsa da ömrümü
yolunda feda etsem ne kadar memnun öldüğüme sen de taaccüp ederdin.
(Kemal, 1974: 81).
Oyunun sonunda:
Tahire Hanım - … Kızım… Benim, babasını
borçtan kurtarmak için şehit olan kızım…
Halil Bey – Ah… Zavallı çocuk!
Cezmi
İlk Basım Yılı:
1880.
Yazılış Yeri:
Midilli Adası
7.1. Romanın Konusu ve Özeti
Romandaki dört
önemli kişiden yalnız Cezmi Osmanlıdır. Adil Giray Kırım şehzadesi, Şehriyar
İran Şahı’nın karısı, Perihan ise Şah’ın kardeşidir.
Roman iki cilt
olarak tasarlanmış, ancak ikinci cildi yazılmamıştır (Tanpınar:406).
Bir sipahinin
oğlu olarak 1546’da dünyaya gelen Cezmi, iki yaşındayken annesini yitirmiş,
askeri eğitimden geçirilerek büyütülmüş yiğit bir gençtir. Şiir alanında da
yeteneklidir. Tek isteği, başlamak üzere olan İran savaşı’na katılabilmektir.
İran Savaşı’nda
Cezmi bir yandan kahramanlıklar gösterirken, bir yandan da düşmanlarına,
esirlere karşı davranışlarıyla insan olarak yücelir. Bu arada Osmanlılarla
birlikte savaşan Kırım Tatarlarının başındaki şehzade Adil Giray ile tanışır.
Adil Giray da Cezmi gibi hem yiğit bir asker, hem de şairdir. Yaşıttırlar,
benzer özellikleri çoktur, kolayca kaynaşırlar. Savaşın gelişmeleri içinde, bir
habercinin yakalanması sonucu, İranlılar Osmanlıların planlarını öğrenip Tatar
ordusuna saldırır. Sonuna kadar kahramanca çarpışan iki kardeş şehzade Gazi
Giray ile Adil Giray esir düşerler. İran ordusu zaferini kutlamak için savaş
alanından hükümet merkezine çekilirken, onları da birlikte götürür.
Orduyla birlikte
gelmiş olan Şahın karısı, kırk yaşlarındaki gösterişli ama şehvete düşkün
Şehriyar Begüm, Adil Giray’ı görür görmez ona âşık olur.
İran’a
döndüklerinde Şehriyar, Adil Giray’ın kardeşi Gazi Giray’ı bir kaleye
kapattırır, Adil Giray’ın ise sarayın tenha bir dairesinde konuk edilmesini
sağlar.
Şah, karısı
Şehriyar’ı, kız kardeşi Perihan’ı ve oğlu Hamza Mirza’yı, İran hükümeti adına
Adil Giray ile görüşmeler yapmak üzere görevlendirir. Bu görüşmeler sırasında
Perihan da Adil Giray’a âşık olur ve Adil Giray, bu aşka karşılık verir.
Bu arada İran’da
başını Şemhal Han’ın (Perihan’ın dayısı) çektiği Sünni güçler Şah’a karşı bir
darbe hazırlığı içindedir. Kendisi de bir Sünni olan Perihan dayısını
desteklemektedir. Adil Giray’ın önerisi üzerine, o sırada Tiflis Kalesi’nde
bulunan Cezmi’nin de darbeci gruba katılması kararlaştırılır ve Şemhal Han’ın
adamlarından bir grup görevlendirilerek Cezmi İran’a getirilir. İran Sadrazamı
Mirza Süleyman söz konusu darbe hazırlıklarını haber alır ve karşı hazırlığa
girişerek Cezmi’yi buldurmaya çalışır.
Perihan ile Adil
Giray arasındaki aşkı öğrenen Şehriyar kızgındır. Sadrazam’ı, Adil Giray ile
Perihan’ın öldürülmeleri gerektiğine inandırır. Bu görevi Şah yanlısı Şii
komutan Rüstem Han’ın adamları yerine getireceklerdir.
Bu sırada Cezmi,
gizlice Adil Giray’ın yanına gelir ve Perihan ile birlikte darbe hazırlıklarını
gözden geçirirler.
Çeşitli
durumlarda yükselmesini önleyen Şehriyar’a karşı içten içe düşmanlık besleyen
Rüstem Han, adamlarına Adil Giray ve Perihan’ın yanı sıra Şehriyar’ı da
öldürmeleri emrini verir. Gerekçe, Şehriyar’ın sık sık Adil Giray’ın odasına
giderek Safevi Hanedanı’nın namusunu lekelemesidir. Askerler, bu emre uyarak her üçünü de
öldürürler, Cezmi ise hafif bir yara ile kurtulmasına rağmen, öldüğü sanılarak
ölülerle birlikte mezarlığa götürülür. Daha sonra da derviş kılığına bürünerek
Türkiye’nin yolunu tutar.
7.2. Değerlendirme:
Tanpınar’a göre,
Adil Giray ile Perihan’ın mektupları, romanın içinde bir teknik değişmesi
yapar. Eserde özellikle üslup açısından Victor Hugo’nun Sefiller adlı romanının
etkileri görülür.
Namık Kemal’in
Osmanlı tarihiyle iyiden iyiye meşgul olduğu yıllarda yazdığı Cezmi, tarihi
kadro içinde bir ideoloji romanıdır. Namık Kemal burada İslam Birliği fikrini,
vatan sevgisini, insan hakları üzerindeki fikirlerini bir araya toplar.
Cezmi, Namık
Kemal’in romantik edebiyata kendini en fazla teslim ettiği eserdir. Bununla
birlikte Adil Giray’ın kişiliğinde Fransız romantizmiyle Türk mistisizmi
birleşir.
Cezmi, bitmemiş
şekliyle olsa dahi bir yükseliş, ölümde kendisini tamamlayış romanıdır
(Tanpınar: 406).
Gerek “İslam
Halifeliği” teriminin romanda Osmanlı Devleti anlamında kullanılması, gerekse
romandan yapılan aşağıdaki alıntılar, romanın düşünsel içeriğine ilişkin birer
gösterge olarak yorumlanabilir:
Sayfa 37: Hazar Denizi yoluyla Asya içlerine egemen olabilmek için Don ve Volga
nehirlerini bir kanal ile birleştirip de I. Selim’in ülküsü olan İslam
Birliğine o taraftan bir ulaşma yolu bulmaya uğraşan, o Sokullu’dur.
Sayfa 43: Adil Giray… Halifelik merkezini (İstanbul’u) İslam’ın dayanak noktası bilir ve o nedenle Osmanlı saltanatının
kalıcılığını kendi yaşamının sürekliliğinden üstün tutardı.
Sayfa 138: Adil Giray – Yüce Tanrı, İslam’a ettikleri hizmet
nedeniyle onları (Osmanlıları)
hilafetle onurlandırmış. Egemen oldukları bunca İslam ülkesinde adlarına hutbe
okunuyor. Bizim en büyük onurumuz o hanedana olan hizmetimizdir.
Sayfa 260 – 262: Adil Giray – Sultan Selim ile Sokullu’nun; biri karaları
ele geçirerek, biri denizleri birleştirerek meydana getirmek istedikleri İslam
birliği amacını Şiilerin elinde tutsak iken bir kızın (Perihan’ın) yardımıyla gerçekleştirmek, gerçekten
söylüyorum, şairce bir hayal değil midir?... Şimdi canımdan çok sevdiğim bir günahsız (Perihan), mezhebim (Sünnilik) adına İslam birliği yolunda bir hizmet önerisinde bulunursa, bu işin
tehlikesi ne kadar büyük olursa olsun kabul etmekte tereddüt edebilir miyim?
Sayfa 396 – 397: Cezmi ve Abbas, Adil
Giray ile Perihan’ı toprağa verirlerken;
Zavallıların ölümlerine neden olan yaralar,
ikisinin de başındaydı. O yaralardan akan kanlarla yüzleri bütün bütün şafak
rengine boyanmış, Adil Giray’ın yüzünde yıldız kadar bir nokta ile Perihan’ın
yüzünde iki tarafa doğru hilal kadar bir açıklık kalmıştı.
Cezmi bunu görünce… Adil Giray ile Perihan’ın başlarını, yüzlerinde kalan beyazlıklar ay yıldız şeklini oluşturacak biçimde birbirine yaklaştırdı; şehit kızın kan içinde olan saçlarıyla ikisinin yüzlerinden dikdörtgen bir şekil yarattı.
Abbas geldi:
“Bak! Dalgalanan, uçları yaralanmış Osmanlı bayrağına benziyor. Tanrı, sevgide tek vücut yarattığı iki şehidin yüzlerinde hizmet ettikleri maksadın ne parlak, ne güzel bir belirtisini tasvir eylemiş! Ben vallahi’l azim bunları kabirlerine bu durumda gömerim; sorgu meleklerinin karşısına böyle çıksınlar” dedi.
Dizdaroğlu’nun
değerlendirmesine göre de Cezmi, gerçek tarihi romanın ilk örneğini verir. Eser
baştan sona kadar tarihe dayanmaktadır.
Romana mektubu
sokan, Cezmi romanıyla Namık Kemal olmuştur. Romandaki kişilerin
mektuplaşmaları, eserin monotonluğunu gideren bir hafiflik, bir çeşitlilik
yaratır.
Karakterler ve
tasvirler soyuttur. Çevre durumu ve dış manzaralar, romanın yapısında pek rol
oynamazlar (Dizdaroğlu: 30).
8. Genel Değerlendirme ve Sonuç
Genel bir
değerlendirmeyle; Namık Kemal’in bu çalışma kapsamında incelenen üç eserinden
Akif Bey’de vatan düşüncesinin, Zavallı Çocuk’ta ailelerin çıkarları için
kızlarını “satmaları”ndan doğan sakıncaların, Cezmi’de ise İslam Birliği
fikrinin ön plana çıkarıldığı söylenebilir.
Akif Bey’de
vatan düşüncesinin yanı sıra, kadın ile erkeğin birbirlerini yeterince
tanımadan evlenmelerinin yaratacağı kötü sonuçlar da vurgulanır.
Namık Kemal’de
bir bakıma hürriyet ve milliyetçilik ilkelerinin somutlaşmış biçimi olan “vatan”
düşüncesi, İmparatorluğun dağılmasını önleyecek en önemli unsurdur. Namık Kemal, Akif Bey’de de, imparatorluğu
oluşturan çeşitli unsurların, devlete karşı üstlerine düşen görevleri layıkıyla
yerine getirmeleri halinde, tek bir millet haline gelecekleri, bunun da Osmanlı
İmparatorluğu’nu ayakta tutmaya yeteceği yolundaki düşüncesini yansıtmak
istemiştir denilebilir.
Ana babaların
çocuklarını, onların rızalarını almadan çıkar amaçlı olarak evlendirmelerini
konu alan Zavallı Çocuk oyununda, Namık Kemal, 19 Kasım 1872 tarihli İbret
gazetesinde yayımlanan “Aile” başlıklı makalesinde savunduğu görüşleri, bu defa
bir oyun formatında yansıtır. Bu, Namık Kemal’in, eğitime özel bir önem
verilmesi, ailelerin kızlarını satmayıp sevebilecekleri ya da sevdikleri
erkeklerle evlendirmeleri, kadınlara eşit haklar verilmesi gibi Batılı yaşam
biçimine ait ilkeleri benimsediğini ve bu ilkeleri eserlerine yansıttığını
gösterir.
Edebiyatımızdaki
ilk tarihsel roman olan Cezmi’de ise, yukarıda belirtildiği gibi Namık Kemal’in
İslam Birliği düşüncesinden izler yer alır. Romanda, Kırımlı şehzade Adil Giray
ve İranlı Sünni unsurlar, İran’daki Şii iktidarını devirmek için Osmanlı sipahi
kâtibi Cezmi ile işbirliği yapmaktadırlar. Böylece Namık Kemal, Osmanlı İmparatorluğu
içindeki ya da dışındaki Müslüman unsurların, birbirleriyle dayanışma içinde
olmaları halinde önemli bir güç oluşturacakları ve Batı karşısında güç
dengesini kuracakları yolundaki düşüncesini, bir romanın olay örgüsü içine yedirmiştir
denilebilir.
Yararlanılan Kaynaklar
3. Çetinsaya, Gökhan, “Kalemiye’den Mülkiye’ye Tanzimat Zihniyeti,” Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Yay. Yön. Murat Belge, Cilt I, 4. B. İstanbul, İletişim Yayınları, 2002. s.54–71.
4. Dizdaroğlu, Hikmet, Namık Kemal, İstanbul, Varlık Yayınları, 1995.
5. Fuat, Memet, Namık Kemal, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 1999.
6. Güntekin, Reşat Nuri, “Akif Bey Hakkında Muhsin Ertuğrul’a Mektup”, Kemal, Namık, Akif Bey, Yeniden sahneye tatbik eden: Reşat Nuri Güntekin; Ankara, Maarif Vekâleti, 1958. s. v-xııı.
7. Kaplan, Mehmet Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar, C.III, 5.B. İstanbul, Dergâh Yayınları, 2004.
8. Kara, İsmail, “Hem Batılılaşalım Hem de Müslüman Kalalım”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Yay. Yön. Murat Belge, Cilt I, 4. B. İstanbul, İletişim Yayınları, 2002. s.234–264.
9. Kemal, Namık, Akif Bey, Yeniden sahneye tatbik eden: Reşat Nuri Güntekin; Ankara, Maarif Vekâleti, 1958.
10. Kemal, Namık, Cezmi, Hazırlayan: Zeki Çakılalan, İstanbul, Bordo Siyah Klasik Yayınlar, 2004.
11. Kemal, Namık, Zavallı Çocuk, Tertip eden: Mustafa Nihat Özön; 5. B. İstanbul, Remzi Kitabevi, 1974.
12. Özön, Mustafa Nihat, “Namık Kemal”, Kemal, Namık, Zavallı Çocuk, Tertip eden: Mustafa Nihat Özön; 5. B. İstanbul, Remzi Kitabevi, 1974 s. 5–47.
13. Tanpınar, Ahmet Hamdi, 19uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, 10. basım, İstanbul, Çağlayan Kitabevi, 2003.
14. Tunaya, Tarık Zafer, “Batılılaşmada Temel Araştırmalar ve Yaklaşımlar”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Yay. Yön. Seyfettin Gürsel, C.I, İstanbul, İletişim Yayınları, 1983, s. 238–239.