Bu Blogda Ara

11 Eylül 2013 Çarşamba

AKİF BEY, ZAVALLI ÇOCUK VE CEZMİ ADLI YAPITLARINDA NAMIK KEMAL’İN DÜŞÜNCE DÜNYASI

Namık Kemal’in Düşünce Dünyası

Namık Kemal bir Tanzimat ve Birinci Meşrutiyet dönemi aydınıdır. Yaşamını, Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasının önlenmesi ve Avrupa uygarlığı düzeyine çıkarılması ülkülerine adamıştır.

Temel hakların güvence altına alındığı, parlamenter bir demokrasiden yana olan ve meşruti yönetime geçiş için mücadele veren Namık Kemal Yeni Osmanlılar örgütünün üyeleri arasında yer alır. Birinci Jön Türkler olarak da anılan Yeni Osmanlılar, ilk kez “vatan”, “millet”, “hürriyet”, “eşitlik”, “meşrutiyet”, “birey hakları” kavramlarını gündeme getirmiştir.

Genellikle baskıcı yönetime başkaldırmış bir “vatan ve hürriyet şairi” diye anılan ve “zindandan şiirler söyleyen” bir sanatçı imgesine sahip olan Namık Kemal’in dönemin aydınları arasında seçkin bir yeri vardır. Kemal her şeyden önce bir düşünce ve eylem adamıdır. Bu nedenle, gazeteciliği, edebiyatı ve tiyatroyu, meşrutiyet ve çağdaşlaşma ülküsü doğrultusunda birer araç olarak görmüş ve kullanmıştır.

Namık Kemal, geliştirdiği fikirlerle, Fransız aydınlanmasının demokratik-liberal görüşlerini; özellikle de Locke’un “doğal haklar” ve Rousseau’nun “toplum sözleşmesi” fikirlerini İslamlaştırmaya, başka bir deyişle, bu görüşlerle İslam siyaset kuramından bir sentez gerçekleştirmeye çalışmıştır.

Namık Kemal, “hürriyet” fikrini benimsemekle bir yandan Meşrutiyet’i savunurken, bir yandan da bu kavramı temel bir birey hakkı olarak sunmuş ve Türkiye’de insan haklarının bayraktarlığını yapmıştır. Hürriyetin toplumsal biçimini vatanın ve milletin bağımsızlığı olarak tanımlayan Kemal, bağımsızlığın ancak güçlü bir devlet tarafından korunabileceğini düşünür.

Namık Kemal, siyasal alanda Batı düşüncesini benimserken, günlük yaşamda da Batılı yaşam biçiminin uygulanmasından yana olmuş; eğitime özel bir önem verilmesini, ailelerin kızlarını satmayıp sevebilecekleri ya da sevdikleri erkeklerle evlendirmelerini, kadınlara eşit haklar verilmesini savunmuştur.

Akif Bey

İlk Basım Yılı: 1874.

Yazılış Yeri: Magosa

Oyunun Konusu ve Özeti

 Oyunun başlıca kişileri bir savaş gemisinin süvarisi olan Akif Bey, karısı Dilruba, arkadaşı Şahin Bey, babası Süleyman Kaptan, Akif’in ölüm haberi gelince Dilruba ile evlenen Esat Bey’dir.

Konu, Dilruba’dan kaynaklanan bir kıskançlık cinayetidir. Ancak olayların gelişimi gereği bir sınır boyu bölgesindeki savaş yaşamı da oyuna yansır.

Olay Gürcülerin yaşadığı Çürüksu’da geçer. Kırım Savaşı başlamıştır. Bir yıldır Çürüksu’da görevli bulunan gözü pek, dürüst deniz subayı Akif Bey gemisiyle denize açılmaya hazırlanmaktadır. Gürcü beylerinden arkadaşı Şahin Bey’e malının mülkünün senetlerini, hesaplarını ve babasına yazdığı vasiyet mektubunu verir. Şehit olursa karısını babasının korumasını istemektedir. Oysa Dilruba, namuslu, temiz bir kadın değildir. Çürüksu’ya yedi yıl önce bir Dağıstanlı halı tacirinin kızı olarak gelmiş, bu süre içinde birçok erkekle ilişki kurmuş, başından birkaç nikâh geçmiştir. Akif Bey geçmişini bilmeden onunla evlenmiştir.

Bir süre sonra, Akif Bey’in Sinop açıklarındaki bir deniz savaşında öldüğü haberi gelir. Bu arada Dilruba ile dört beş aydır Çürüksu’da bulunan Esat Bey adlı memur arasında bir yakınlık kurulur. Dilruba iki takacıyı para karşılığında yalancı şahit göstererek mahkemede kocasının öldüğünü belgeler ve Esat Bey ile evlenir. Akif Bey’in babası Süleyman Kaptan oğlunun vasiyetine uyarak gelinini almaya gelir. Bu arada Dilruba’nın evinde Dilruba ile Esat Bey’in evlilikleri, bir eğlence ile kutlanmaktadır. Gece eğlence devam ederken Akif Bey çıkagelir. Ölmemiş, düşmana esir düşmüş, ancak kaçmayı başarmıştır. Ölümünün üzerinden üç ay geçmeden karısının bir başkasıyla evlendiğini görünce büyük bir üzüntüye kapılır, onu artık istemediğini, boşadığını söyler.

Akif Bey, üzüntüsünü yenmek için meyhaneye gidip içmeye başlar. Burada Dilruba’nın gerçek kişiliğini öğrenir, yalancı şahitlik eden takacılardan biri ile konuşur. Üzüntüsü öfkeye dönüşür ve kadının evine gider. Burada Esat Bey ile Akif Bey birbirlerini öldürürler. Arkalarından Akif Bey’in babası Süleyman Kaptan gelir ve o da Dilruba’yı öldürür.

5.2. Değerlendirme

Tanpınar’a göre Akif Bey, konusu ve niteliği itibariyle Namık Kemal’in en dikkate değer oyunu olup yazarın önceki oyunlarına göre daha olgun bir tiyatro ve insan anlayışını temsil eder.

Tanpınar, bu oyundaki kişilerin gerçek yaşama daha yakın olduğunu, birbirine uymayan yaradılışta, değişik düşünceden insanların karşılaştırıldığını, olayın bu zıtlıklardan doğduğunu söyleyerek, yazarı kendi düşüncelerini çeşitli tiplere tekrarlatmaktan kurtulduğu için över.

Tanpınar’ın değerlendirmesine göre Akif Bey’de vatan fikri hâkimdir. Fakat bu fikir, hayatın ortasında ve onun bir parçası olarak görünür (Tanpınar: 383).

Oyundan yapılan aşağıdaki alıntılar, Tanpınar’ın bu fikrini destekleyici niteliktedir:

Akif’in gemisiyle savaşa gitmeye hazırlandığı sırada:

Şahin – Kim bilir ne kadar sevinirsin Akif Bey…

Akif, anlamamış gibi hayretle, - Sevinir miyim? Niçin?

Şahin, hayretle irkilerek, - Niçin mi? Geminle bu harbin en büyük seferine çıkıyorsun, en büyük bayrama gidiyorsun…

Akif, yine dalgın, - Evet… Doğru… Sevinmez olur muyum? (Bir an sükût, kendisini toparlayarak) Ne o, bana bir tuhaf bakıyorsun Şahin Bey… Telaşımı, dalgınlığımı ayıplıyor gibi bir halin var…


Şahin - … Korkmazsın bilirim ya, ölümden korkuyorsan ne diye asker oldun? Yediğin ekmeği kendine helal etmek istemez misin? (Eliyle uzakları göstererek) Şuraları alan babalarımız seni böyle görselerdi ne derlerdi? ”Bizden değil bu canım” derlerdi… Kavga, onlar için düğün, bayramdı… Böyle günlerde onları evlerine zincirle bağlasalar kahrolurlardı canım… İnsan devleti için birkaç ay evinden ayrılsa kıyamet mi kopar?


Akif - …Ocağımdan ayrılırken biraz mahzun oluyorsam ne çıkar? Vatanımı ne kadar seviyorsam, haremimi de ona yakın seviyorum, ayıp mı? Ondan kederli ayrılmam devletim için sevinçle ölmeme engel mi olur? Yani vatanını seven adamın başka hiçbir şeyi sevmemesi mi lazım gelir?

(Kemal, 1958: 4–6).

Akif, babasına yazdığı mektubu Şahin’e verirken:

Akif - … Tanrı nasip eder de şehit olursam… Vatanım için öldüğüme iftihar etsin… Bu bir! Mektupları küçük kardeşime okusun da desin ki: “Vatanıma, benim kadarcık olsun hizmet etmeden gelirse, yanıma kabul etmem!”. Bu iki…

(Kemal, 1958: 11).

Akif Bey, edebiyatımıza denizi sokan ilk yapıt olarak kabul edilir. Deniz tasvirleri yapılırken, insanoğlunun denizle mücadelesi verilir. İnsan doğayı denetim altına alabilmektedir. Ama oyunun bütününde görülen, doğa karşısında öylesine güçlü olan insanoğlunun kendi duyguları, tutkuları karşısında güçsüz kaldığıdır. Kurşundan, ateşten, sudan korkmamak yetmez, yürekte açılacak yaralara da dayanmak gerekir, gerçek yiğitlik budur.

Oyunun örgüsünün altına serilmiş olan konuşmalarda, Osmanlı İmparatorluğu’nu ayakta tutan gücün ne olduğu gösterilir. Devletin her yana koşup yetişen bir ordusu vardır. Bu orduyu oluşturan askerler çoluk çocuklarından, evlerinden uzakta, her türlü zorluğa katlanarak vatanı korurlar. Herkes rahatını onlardan beklememelidir. Başka başka uluslardan da olsalar İmparatorluk sınırları içindeki insanlar, bir saldırıda hemen düşmana karşı silaha sarılmalı, Osmanlı ordusuna öncülük etmelidirler. Zaten öyle olduğu için, Osmanlı ordusu en güçlü orduları yere sermiştir. Böyle bir İmparatorluk hiçbir zaman yok olmaz.(Fuat: 151).

Reşat Nuri Güntekin’e göre de, olayın geçtiği yer olarak bir sınır kasabasının seçilmesi; İmparatorluğun sınır uçlarındaki ulusların, İmparatorluğa yönelen saldırılar karşısında bir ilk direniş unsuru olarak oynadıkları rolün vurgulanmak istenmesindendir. Onlar bu şekilde düşmanı durdururken merkezi ordu arkadan yetişecek ve düşman yenilgiye uğratılacaktır.

Oyunda Akif Bey merkezi orduyu, Esat Bey merkezi bürokrasiyi, Şahin Bey ve arkadaşları da yerel kuvvetleri temsil etmektedir. Ancak, temelde aralarında hiçbir sorunu olmayan bu üç unsur, bir kadın yüzünden birbirlerine düşmekte ve oyun cinayetlerle sonuçlanmaktadır (Güntekin: xı).

Oyundan alınan, Şahin ile Esat arasındaki aşağıdaki konuşma da yukarıdaki yargıları doğrulamaktadır:

Şahin ile Esat arasındaki konuşma:

Esat  - Allah zeval vermesin. Devletin bu kadar askeri var. Karakol kavgalarını yine siz mi yapıyorsunuz?

Şahin – Asker mi? Yirmi yıldır biz evlerimizde yan geldik. Onlar çoluk çocuklarından ayrılarak süngüleriyle vatanın her tarafına bir demir set çektiler. Biz ziyafetlerde yedik içtik, onlar seferlerde can telef ettiler. Biz kaba döşeklerde yattık, onlar silahlarına yaslanıp uyudular. Şimdi devletin şanlı bayrağını bir ellerine, kanlı kılıcını ötekine almışlar, memleketimize gelmişler. Bütün dünya, rahatlığını onlardan bekliyor.  … Düşman ellişer, altmışar bin kişilik ordular tertip etsin, üstümüze birkaç yüz top sürsün… Yerlilerin hiç olmazsa yarısı şehit olsun… O vakit aciz kalırsak şefkatli padişahımızın kılıcına sığınırız… Biz daha ne gördük ki, kavgayı askere bırakalım? … Biz askere kılavuzluk ediyoruz. Düşman Osmanlı askerinin kılavuzundan kaçarsa, bize bundan büyük iftihar olu mu bey?


Esat - … Meğer her taşımızın altında bir arslan yatıyormuş. … Hükümet uykuda görünür, iş böyle iken ordular en kuvvetli devletlerin ordularını yere sererler, bugün Girit’i alırlar, yarın Viyana’yı çevirirler… … Demek bütün bunlar hep halkın gayreti sayesinde. Böyle olunca imparatorluğa zeval yoktur.

(Kemal, 1958: 30–31).

6. Zavallı Çocuk

İlk Basım Yılı: 1873.

Yazılış Yeri: Magosa

6.1. Oyunun Konusu ve Özeti

Oyundaki başlıca kişiler on dokuz yaşında bir tıp öğrencisi olan Ata Bey, onun sevgilisi on dört yaşında Şefika Hanım, kızın babası Halil Bey, annesi Tahire Hanım’dır.

Oyunun konusu, kendisinden yaşlı biriyle evlendirildiği için sevgilisine kavuşamayan Şefika’nın ve sevgilisi Ata’nın acıklı ölümleridir.

Ata öksüz bir çocuktur, amcası Halil Bey’in yanında büyümüş, kızı Şefika’ya âşık olmuştur. Şefika da ona âşıktır. Ata Askeri Tıbbiye’de okumakta, eve ancak izin günlerinde gelmektedir. On dört yaşındaki Şefika’ya otuz sekiz yaşında zengin bir Paşa talip olur. Bir zamanlar varlıklı olan Halil Bey’in durumu sonradan bozulmuş, bir sarrafa beş yüz kese borçlanmıştır. Sarrafın ölümü üzerine varisleri Halil Bey’i sıkıştırmakta, alacaklarını istemektedirler.  Paşa, kızı nikâhına alınca, sarraftaki senedini Halil Bey’e başlık parası olarak verecektir. Paşa ile evlenmekle Şefika, koca bir konağın hanımefendisi olacak, hem de babasını borçtan kurtaracaktır. Şefika bunun üzerine Paşa’ya varmayı kabul eder. Ama bir koşulu vardır: Paşa’ya varıncaya kadar kimse Ata’ya bir şey duyurmayacaktır. Nikâhla birlikte daha baba evinden ayrılmadan, Şefika üzüntüden verem olup yatağa düşer. Sarraftaki senet alınmıştır, ama kızın hastalığı görülmemiş bir hızla kötüye gitmekte, akşama sabaha ölümü beklenmektedir. O gün Ata okuldan izinli gelir. Şefika’nın isteği üzerine annesi Tahire Hanım, Ata’dan durumu saklar, hizmetçilere kızının evde olmadığını, Boğaziçi’ne gittiğini söyletir. Şefika’nın isteğinden haberi olmayan Halil Bey ise, Ata’ya her şeyi anlatır, kızının odasına götürür. Şefika’yı ölüm döşeğinde gören Ata’nın kendisi için yazdığı zehri, Halil Bey kızı için yazılan bir ilaç sanarak hemen eczaneden aldırtır. İki sevgili yalnız kalınca Ata zehri içip Şefika’nın yatağına uzanır, o acılar içinde kıvranarak ölürken, ikisi de birbirlerine bağlılıklarını dile getirirler, öbür dünyada birlikte olmaya hazırlanırlar. Önce Ata, ardından Şefika ölür.

6.2. Değerlendirme

Oyunun konusunu, ana babanın çocuklarını kendi çıkarlarını düşünerek evlendirmelerinin felaketle sonuçlanması oluşturur. Tanpınar, bu basit olayın düzgün bir dille, ancak hiçbir geliştirmeye imkân vermeyen bir çerçeve içinde yazıldığını belirtir. Tanpınar’a göre bu eser, duygusal edebiyatımızın başlangıcı olup, öteki yazarlar üzerinde çok etkili olmuştur (Tanpınar: 382).

Oyunun özünü, Namık Kemal’in 19 Kasım 1872 tarihli İbret gazetesinde yayımlanan “Aile” başlıklı makalesinde savunduğu, kızların kendi rızaları dışında evlendirilmemeleri gerektiğine ilişkin görüş oluşturur. Basit bir olay örgüsüne dayanan oyunun dili sadedir. Namık Kemal de 31 Mart 1873 tarihinde (Vatan piyesinin oynanmasından bir gün önce) yazdığı bir makalede Vatan piyesi ile ilgili olarak “…vatan ve aile gibi en maruf, en sade iki hissin tasvirinden ibaret olduğu için oyunun hikâyesi de ziyadesiyle sade olmak iltizam olunmuştu”  der.

Özön, bu görüşün Zavallı Çocuk için de geçerli olduğunu belirtir. Özön, Fransız romantiklerinin etkisi altında yazılan oyunda, sondaki zehir içme sahnesinin Victor Hugo’nun Hernani oyunuyla olan benzerliğine dikkat çeker.  (Özön: 29 )

Nitekim oyundan alınan aşağıdaki parçalar da bu değerlendirmeleri pekiştirmektedir:

Şefika ile Ata konuşurken:

Şefika - …Hani bir paşanın bir kızı varmış, komşusunun oğlunu severmiş, paşa kızını başkasına vermişler, çocuk kendini öldürmüş, onun üzerine kız da telef olmuş. … “Suphanallah, bir kız istediği adama varmamakla telef mi olur?” demiştim.

(Kemal, 1974: 61).

Tahire Hanım ile Halil Bey konuşurken:

Tahire Hanım - … Şimdi Şefika mesela kasabın çırağını seviyorum derse kolundan tutalım da koynuna mı atıverelim?

Halil Bey – Kasabın çırağına değil, lakin akranından birini severse niçin vermeyeyim de senin kırk yaşındaki paşana vereyim?

(Kemal, 1974: 72).

 Tahire Hanım ile Şefika konuşurken:

Tahire Hanım - …Biz senin gittiğini istiyorsak ancak senin rahatın, senin devletin için istiyoruz. Ben nineyim kızım, seni dünyada en büyük adamın haremi görmek isterim… Bu yaşında koca bir konağın hanımefendisi olacaksın…

Şefika – Ah! Keşki Tabende gibi halayığınız olaydım, her hizmetinizi göreydim de beni bu evden dışarı çıkarmak hatırınıza gelmeyeydi.

(Kemal, 1974: 75).

Şefika – …Muradınız benim rahatım değil mi? Paşaya vermeyin. O konak bana cehennem olacak, o devletler, o saadetler kabir azabı gibi gelecek.

Tahire Hanım – Kızım, geçer; o bir çocukluktur. … Şimdi fakir olduk. … Babanın beş yüz kese borcu var. … Nikâh olursa paşa sana babanın sarraftaki senedini ağırlık verecek. Şimdi anladın mı? O kıymetli babacığının hapislerde çürüdüğünü, benim kederimden öldüğümü, nazlı kardeşinin yalınayak sokaklarda süründüğünü ister misin?

Şefika - …Hepinizi hapisten, ölümden ben mi kurtaracağım? Beni onun için mi paşaya vermek istiyorsunuz? Feda… Feda olsun.

(Kemal, 1974: 78–80).

Şefika - …Hayat satılsa da ömrümü yolunda feda etsem ne kadar memnun öldüğüme sen de taaccüp ederdin.

(Kemal, 1974: 81).

Oyunun sonunda:

Tahire Hanım - … Kızım… Benim, babasını borçtan kurtarmak için şehit olan kızım…

Halil Bey – Ah… Zavallı çocuk!


Cezmi

İlk Basım Yılı: 1880.

Yazılış Yeri: Midilli Adası

7.1. Romanın Konusu ve Özeti

 Konusunu tarihten alan ve sipahi kâtibi Cezmi ile Kırım şehzadelerinden Adil Giray’ın başından geçenleri anlatan roman, edebiyatımızdaki ilk tarihsel roman olarak kabul edilir.

Romandaki dört önemli kişiden yalnız Cezmi Osmanlıdır. Adil Giray Kırım şehzadesi, Şehriyar İran Şahı’nın karısı, Perihan ise Şah’ın kardeşidir.

Roman iki cilt olarak tasarlanmış, ancak ikinci cildi yazılmamıştır (Tanpınar:406).

Bir sipahinin oğlu olarak 1546’da dünyaya gelen Cezmi, iki yaşındayken annesini yitirmiş, askeri eğitimden geçirilerek büyütülmüş yiğit bir gençtir. Şiir alanında da yeteneklidir. Tek isteği, başlamak üzere olan İran savaşı’na katılabilmektir.

İran Savaşı’nda Cezmi bir yandan kahramanlıklar gösterirken, bir yandan da düşmanlarına, esirlere karşı davranışlarıyla insan olarak yücelir. Bu arada Osmanlılarla birlikte savaşan Kırım Tatarlarının başındaki şehzade Adil Giray ile tanışır. Adil Giray da Cezmi gibi hem yiğit bir asker, hem de şairdir. Yaşıttırlar, benzer özellikleri çoktur, kolayca kaynaşırlar. Savaşın gelişmeleri içinde, bir habercinin yakalanması sonucu, İranlılar Osmanlıların planlarını öğrenip Tatar ordusuna saldırır. Sonuna kadar kahramanca çarpışan iki kardeş şehzade Gazi Giray ile Adil Giray esir düşerler. İran ordusu zaferini kutlamak için savaş alanından hükümet merkezine çekilirken, onları da birlikte götürür.

Orduyla birlikte gelmiş olan Şahın karısı, kırk yaşlarındaki gösterişli ama şehvete düşkün Şehriyar Begüm, Adil Giray’ı görür görmez ona âşık olur.

İran’a döndüklerinde Şehriyar, Adil Giray’ın kardeşi Gazi Giray’ı bir kaleye kapattırır, Adil Giray’ın ise sarayın tenha bir dairesinde konuk edilmesini sağlar.

Şah, karısı Şehriyar’ı, kız kardeşi Perihan’ı ve oğlu Hamza Mirza’yı, İran hükümeti adına Adil Giray ile görüşmeler yapmak üzere görevlendirir. Bu görüşmeler sırasında Perihan da Adil Giray’a âşık olur ve Adil Giray, bu aşka karşılık verir.

Bu arada İran’da başını Şemhal Han’ın (Perihan’ın dayısı) çektiği Sünni güçler Şah’a karşı bir darbe hazırlığı içindedir. Kendisi de bir Sünni olan Perihan dayısını desteklemektedir. Adil Giray’ın önerisi üzerine, o sırada Tiflis Kalesi’nde bulunan Cezmi’nin de darbeci gruba katılması kararlaştırılır ve Şemhal Han’ın adamlarından bir grup görevlendirilerek Cezmi İran’a getirilir. İran Sadrazamı Mirza Süleyman söz konusu darbe hazırlıklarını haber alır ve karşı hazırlığa girişerek Cezmi’yi buldurmaya çalışır.

Perihan ile Adil Giray arasındaki aşkı öğrenen Şehriyar kızgındır. Sadrazam’ı, Adil Giray ile Perihan’ın öldürülmeleri gerektiğine inandırır. Bu görevi Şah yanlısı Şii komutan Rüstem Han’ın adamları yerine getireceklerdir.

Bu sırada Cezmi, gizlice Adil Giray’ın yanına gelir ve Perihan ile birlikte darbe hazırlıklarını gözden geçirirler.

Çeşitli durumlarda yükselmesini önleyen Şehriyar’a karşı içten içe düşmanlık besleyen Rüstem Han, adamlarına Adil Giray ve Perihan’ın yanı sıra Şehriyar’ı da öldürmeleri emrini verir. Gerekçe, Şehriyar’ın sık sık Adil Giray’ın odasına giderek Safevi Hanedanı’nın namusunu lekelemesidir.  Askerler, bu emre uyarak her üçünü de öldürürler, Cezmi ise hafif bir yara ile kurtulmasına rağmen, öldüğü sanılarak ölülerle birlikte mezarlığa götürülür. Daha sonra da derviş kılığına bürünerek Türkiye’nin yolunu tutar.

7.2. Değerlendirme:

Tanpınar’a göre, Adil Giray ile Perihan’ın mektupları, romanın içinde bir teknik değişmesi yapar. Eserde özellikle üslup açısından Victor Hugo’nun Sefiller adlı romanının etkileri görülür.

Namık Kemal’in Osmanlı tarihiyle iyiden iyiye meşgul olduğu yıllarda yazdığı Cezmi, tarihi kadro içinde bir ideoloji romanıdır. Namık Kemal burada İslam Birliği fikrini, vatan sevgisini, insan hakları üzerindeki fikirlerini bir araya toplar.

Cezmi, Namık Kemal’in romantik edebiyata kendini en fazla teslim ettiği eserdir. Bununla birlikte Adil Giray’ın kişiliğinde Fransız romantizmiyle Türk mistisizmi birleşir.

Cezmi, bitmemiş şekliyle olsa dahi bir yükseliş, ölümde kendisini tamamlayış romanıdır (Tanpınar: 406).

Gerek “İslam Halifeliği” teriminin romanda Osmanlı Devleti anlamında kullanılması, gerekse romandan yapılan aşağıdaki alıntılar, romanın düşünsel içeriğine ilişkin birer gösterge olarak yorumlanabilir:

Sayfa 37: Hazar Denizi yoluyla Asya içlerine egemen olabilmek için Don ve Volga nehirlerini bir kanal ile birleştirip de I. Selim’in ülküsü olan İslam Birliğine o taraftan bir ulaşma yolu bulmaya uğraşan, o Sokullu’dur.

Sayfa 43: Adil Giray… Halifelik merkezini (İstanbul’u) İslam’ın dayanak noktası bilir ve o nedenle Osmanlı saltanatının kalıcılığını kendi yaşamının sürekliliğinden üstün tutardı.

Sayfa 138: Adil Giray – Yüce Tanrı, İslam’a ettikleri hizmet nedeniyle onları (Osmanlıları) hilafetle onurlandırmış. Egemen oldukları bunca İslam ülkesinde adlarına hutbe okunuyor. Bizim en büyük onurumuz o hanedana olan hizmetimizdir.

Sayfa 260 – 262: Adil Giray – Sultan Selim ile Sokullu’nun; biri karaları ele geçirerek, biri denizleri birleştirerek meydana getirmek istedikleri İslam birliği amacını Şiilerin elinde tutsak iken bir kızın (Perihan’ın) yardımıyla gerçekleştirmek, gerçekten söylüyorum, şairce bir hayal değil midir?... Şimdi canımdan çok sevdiğim bir günahsız (Perihan), mezhebim (Sünnilik) adına İslam birliği yolunda bir hizmet önerisinde bulunursa, bu işin tehlikesi ne kadar büyük olursa olsun kabul etmekte tereddüt edebilir miyim?

Sayfa 396 – 397: Cezmi ve Abbas, Adil Giray ile Perihan’ı toprağa verirlerken;

Zavallıların ölümlerine neden olan yaralar, ikisinin de başındaydı. O yaralardan akan kanlarla yüzleri bütün bütün şafak rengine boyanmış, Adil Giray’ın yüzünde yıldız kadar bir nokta ile Perihan’ın yüzünde iki tarafa doğru hilal kadar bir açıklık kalmıştı.

Cezmi bunu görünce… Adil Giray ile Perihan’ın başlarını, yüzlerinde kalan beyazlıklar ay yıldız şeklini oluşturacak biçimde birbirine yaklaştırdı; şehit kızın kan içinde olan saçlarıyla ikisinin yüzlerinden dikdörtgen bir şekil yarattı.

Abbas geldi:

“Bak! Dalgalanan, uçları yaralanmış Osmanlı bayrağına benziyor. Tanrı, sevgide tek vücut yarattığı iki şehidin yüzlerinde hizmet ettikleri maksadın ne parlak, ne güzel bir belirtisini tasvir eylemiş! Ben vallahi’l azim bunları kabirlerine bu durumda gömerim; sorgu meleklerinin karşısına böyle çıksınlar” dedi.

Dizdaroğlu’nun değerlendirmesine göre de Cezmi, gerçek tarihi romanın ilk örneğini verir. Eser baştan sona kadar tarihe dayanmaktadır.

Romana mektubu sokan, Cezmi romanıyla Namık Kemal olmuştur. Romandaki kişilerin mektuplaşmaları, eserin monotonluğunu gideren bir hafiflik, bir çeşitlilik yaratır.

Karakterler ve tasvirler soyuttur. Çevre durumu ve dış manzaralar, romanın yapısında pek rol oynamazlar (Dizdaroğlu: 30).

8. Genel Değerlendirme ve Sonuç

Genel bir değerlendirmeyle; Namık Kemal’in bu çalışma kapsamında incelenen üç eserinden Akif Bey’de vatan düşüncesinin, Zavallı Çocuk’ta ailelerin çıkarları için kızlarını “satmaları”ndan doğan sakıncaların, Cezmi’de ise İslam Birliği fikrinin ön plana çıkarıldığı söylenebilir.

Akif Bey’de vatan düşüncesinin yanı sıra, kadın ile erkeğin birbirlerini yeterince tanımadan evlenmelerinin yaratacağı kötü sonuçlar da vurgulanır.

Namık Kemal’de bir bakıma hürriyet ve milliyetçilik ilkelerinin somutlaşmış biçimi olan “vatan” düşüncesi, İmparatorluğun dağılmasını önleyecek en önemli unsurdur.  Namık Kemal, Akif Bey’de de, imparatorluğu oluşturan çeşitli unsurların, devlete karşı üstlerine düşen görevleri layıkıyla yerine getirmeleri halinde, tek bir millet haline gelecekleri, bunun da Osmanlı İmparatorluğu’nu ayakta tutmaya yeteceği yolundaki düşüncesini yansıtmak istemiştir denilebilir.

Ana babaların çocuklarını, onların rızalarını almadan çıkar amaçlı olarak evlendirmelerini konu alan Zavallı Çocuk oyununda, Namık Kemal, 19 Kasım 1872 tarihli İbret gazetesinde yayımlanan “Aile” başlıklı makalesinde savunduğu görüşleri, bu defa bir oyun formatında yansıtır. Bu, Namık Kemal’in, eğitime özel bir önem verilmesi, ailelerin kızlarını satmayıp sevebilecekleri ya da sevdikleri erkeklerle evlendirmeleri, kadınlara eşit haklar verilmesi gibi Batılı yaşam biçimine ait ilkeleri benimsediğini ve bu ilkeleri eserlerine yansıttığını gösterir.

Edebiyatımızdaki ilk tarihsel roman olan Cezmi’de ise, yukarıda belirtildiği gibi Namık Kemal’in İslam Birliği düşüncesinden izler yer alır. Romanda, Kırımlı şehzade Adil Giray ve İranlı Sünni unsurlar, İran’daki Şii iktidarını devirmek için Osmanlı sipahi kâtibi Cezmi ile işbirliği yapmaktadırlar. Böylece Namık Kemal, Osmanlı İmparatorluğu içindeki ya da dışındaki Müslüman unsurların, birbirleriyle dayanışma içinde olmaları halinde önemli bir güç oluşturacakları ve Batı karşısında güç dengesini kuracakları yolundaki düşüncesini, bir romanın olay örgüsü içine yedirmiştir denilebilir.


Yararlanılan Kaynaklar

1.      Akşin, Sina, “Düşünce ve Bilim Tarihi”, Türkiye Tarihi, Yay. Yön. Sina Akşin, Cilt III, 3. B. İstanbul, Cem Yayınevi, 1993, s. 321–343.
2.      Çakılalan, Zeki;  Bek, Kemal, “Namık Kemal”, Kemal, Namık, Cezmi, Hazırlayan: Zeki Çakılalan, İstanbul, Bordo Siyah Klasik Yayınlar, 2004, sayfa 5–22.
3.      Çetinsaya, Gökhan, “Kalemiye’den Mülkiye’ye Tanzimat Zihniyeti,” Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Yay. Yön. Murat Belge, Cilt I, 4. B. İstanbul, İletişim Yayınları, 2002. s.54–71.
4.      Dizdaroğlu, Hikmet, Namık Kemal, İstanbul, Varlık Yayınları, 1995.
5.      Fuat, Memet, Namık Kemal, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 1999.
6.      Güntekin, Reşat Nuri, “Akif Bey Hakkında Muhsin Ertuğrul’a Mektup”, Kemal, Namık, Akif Bey, Yeniden sahneye tatbik eden: Reşat Nuri Güntekin; Ankara, Maarif Vekâleti, 1958. s. v-xııı.
7.      Kaplan, Mehmet Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar, C.III, 5.B. İstanbul, Dergâh Yayınları, 2004.
8.      Kara, İsmail, “Hem Batılılaşalım Hem de Müslüman Kalalım”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Yay. Yön. Murat Belge, Cilt I, 4. B. İstanbul, İletişim Yayınları, 2002. s.234–264.
9.      Kemal, Namık, Akif Bey, Yeniden sahneye tatbik eden: Reşat Nuri Güntekin; Ankara, Maarif Vekâleti, 1958.
10.  Kemal, Namık, Cezmi, Hazırlayan: Zeki Çakılalan, İstanbul, Bordo Siyah Klasik Yayınlar, 2004.
11.  Kemal, Namık, Zavallı Çocuk, Tertip eden: Mustafa Nihat Özön; 5. B. İstanbul, Remzi Kitabevi, 1974.
12.  Özön, Mustafa Nihat, “Namık Kemal”, Kemal, Namık, Zavallı Çocuk, Tertip eden: Mustafa Nihat Özön; 5. B. İstanbul, Remzi Kitabevi, 1974 s. 5–47.
13.  Tanpınar, Ahmet Hamdi, 19uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, 10. basım, İstanbul, Çağlayan Kitabevi, 2003.
14.  Tunaya, Tarık Zafer, “Batılılaşmada Temel Araştırmalar ve Yaklaşımlar”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Yay. Yön. Seyfettin Gürsel, C.I, İstanbul, İletişim Yayınları, 1983, s. 238–239.