Bu Blogda Ara

18 Eylül 2013 Çarşamba

TAÇSIZ KRAL

4 Mayıs 1969 Pazar, o tarihte hayatta olan insanların çoğuna göre hiçbir özelliği olmayan, sıradan bir gündü belki de. Oysa benim için, 10 yaşlarında, futbola düşkün bir çocukken İzmir’de geçirdiğim o gün,  hayatımın güzel ve anlamlı bir yaşantısı olarak kişisel tarihimde yerini alacak, bugün bile övünç ve heyecanla hatırladığım bir anıya dönüşecekti.
Denizli’de oturuyorduk. 250 kilometre uzaklıktaki İzmir, bize en yakın büyük şehirdi. Her yıl, fuar zamanı bir-iki günlüğüne de olsa İzmir’e gidebilmek, o yıllarda ben ve ailem için büyük bir sevinç kaynağıydı. Sabahın beşinde, bizi İzmir’e götürecek otobüse biner, yaz sonu-güz başı sabahlarının iç ürperten serinliğiyle yola çıkardık.
Denizi ilk kez İzmir’de gördüm ben, döner kebabı ilk orada yedim, lunapark ve sirk nedir, orada öğrendim. Bazen dedem de gelirdi bizimle. Moskova Devlet Sirki’nin kapısında bir tartışmadır başlardı. Dedem, göstericiler arasında “çıplak” kadınların da bulunduğunu ve günah işleyeceğini ileri sürerek içeri girmek istemezdi. Biz onu dışarıda bırakıp, hevesle dalardık içeri. Kara tahtaya yazılan rakamı tanıyıp o kadar sayıda havlayan köpekler; fillerin, atların, maymunların, trapezcilerin, jonglörlerin ve akrobatların heyecan verici gösterileri, başka bir dünyaya götürürdü bizi. Lunaparkta, çarpışan arabalara, dönme dolaba binmek; fuardaki sergileri gezmek de öyle. Salaş bir otelde konaklar, ertesi akşam yeniden kentimize, olağan hayatımıza dönerdik.
1969 yılı Mayıs ayı başında yaptığımız o hafta sonu yolculuğu, İzmir’e fuar zamanı dışındaki ender gidişlerimizden biriydi. Üstelik bu gezi sırasında salaş bir otelde değil, yakın bir akrabamızda kaldık. Akrabamız, bir süre önce İzmir'e tayini çıkan bir polis memuruydu. Hatay semtinde tuttuğu bir evde eşi ve bir yaşındaki kızıyla oturuyordu. Hem onları ziyaret etmek, hem de Pazar günü Alsancak Stadyumu’nda oynanacak Altay-Galatasaray futbol maçını seyretmek amacıyla gelmiştik İzmir’e.
Babam eski bir futbol meraklısı ve koyu bir Galatasaray taraftarıydı. İstanbul Anadolukavağı’nda “bahriyeli” olarak askerliğini yaparken, 1956 yılında Mithatpaşa (sonraki adı İnönü) stadyumunda izlediği Türkiye-Macaristan maçını anlata anlata bitiremezdi. Dönemin en iyi futbol takımlarından biri olarak kabul edilen Macaristan’a karşı kaleyi Galatasaraylı Turgay Şeren korumuş, Türkiye, maçı Fenerbahçeli Lefter Küçükandonyadis (2) ve Galatasaraylı Metin Oktay’ın golleri ile 3-1 kazanmıştı.
Adlarını andığım üç futbolcunun da Türkiye futbol tarihinde çok özel birer yeri vardır. Ünleri Türkiye dışına taşmış, mesleklerini bir süreliğine yurt dışında da sürdürmüşlerdir. Turgay Şeren, 1951 yılında oynanan ve Türkiye’nin 2-1 kazandığı Almanya maçında yaptığı kurtarışlar nedeniyle “Berlin Panteri”, Lefter Küçükandonyadis, futboldaki erişilmez ustalığı ile “Ordinaryüs”, Metin Oktay da defalarca gol kralı olmasından dolayı “Taçsız Kral” olarak anılırlar.
Benim adım da kaleci Turgay’dan gelir. Babam, Turgay’a olan hayranlığını, oğluna O’nun adını vererek göstermiştir.
Babası futbola bu kadar düşkün ve ünlü bir kalecinin adını taşıyan bir çocuk olarak ben de futbol ve Galatasaray tutkusuyla büyüdüm. Lise bitimine kadar, futbola olan yakınlığımı oyuncu olarak da sürdürdüm. Mahalle ve okul takımlarında oynadım. Lise sonrasında, bir takımın oyuncusu olarak değilse bile, arkadaşlar arasında halı saha maçlarıyla futbola devam ettim.
Çocukluğumuzda babam beni ve kardeşimi Denizlispor’un maçlarına götürürdü. Denizlispor birince ligde olmadığından, bir Galatasaray maçını canlı olarak izlemek için 1969 yılının 4 Mayıs’ını beklememiz gerekecekti.  Babamı bilmem ama o gün İzmir Alsancak Stadyumunda oynanan Altay-Galatasaray karşılaşması, benim ve kardeşimin Galatasaray’ı ilk defa seyrettiğimiz maç oldu.
Maç öğleden sonra 15.30’da oynanacaktı. Polis memuru olan akrabamız, babam, ben ve kardeşim, bir saat kadar önce evden çıkıp Alsancak’a gittik. Akrabamızın sayesinde bilet almamıza gerek kalmadan stadyuma girip tribündeki yerlerimizi aldık.
Galatasaray’ın 2-0 kazandığı bu maçta yer alan oyunculardan biri de Metin Oktay’dı. Gollerden birini O atmıştı. Bu maçın kişisel tarihimdeki önemi ve bugün bile gururla hatırladığım bir anı olarak kalması, asıl bundan dolayıdır. Galatasaray’ın şampiyon olarak tamamladığı ve kendisinin de gol kralı olduğu 1968-1969 sezonunun ardından Metin Oktay 33 yaşındayken futbolu bıraktı. Altay-Galatasaray maçı, Metin’in oynadığı son maçlardan biriydi yani. Oğlumla yaptığımız futbol sohbetlerinde kimi zaman, yaklaşık 50 yıldır futbol izleyen ve Metin Oktay’ı canlı olarak sahada gören az sayıdaki insanlardan biri olmakla övünür, bu açıdan bana iyi davranması ve saygı göstermesi gerektiğini söylerim.
Metin Oktay’la, Alsancak Stadyumu’ndaki o maçın üstünden yirmi yılı aşkın bir süre geçtikten sonra İzmir’de yeniden karşılaştık. Yıl 1991. Ben dört yıllığına geldiğim İzmir’de bir bankada çalışıyordum. O, banka binasının karşı köşesinde bir sokak içindeki “Kral Pub” adlı mekânı işletiyordu. Bir akşamüstü, çalıştırdığı yerden çıkarken gördüm onu. O an konuşma fırsatı yakalayamasam da, başka bir gün oraya gidip Metin Oktay’la kısa süreliğine bir sohbet imkânı buldum. O’na 4 Mayıs 1969 gününden söz ettim.
O yıl 13 Eylül günü İstanbul’da geçirdiği bir trafik kazasında, tıpkı mitolojideki kahramanlar gibi erken bir yaşta hayatını kaybeden Taçsız Kral’ı son görüşüm oldu bu. Futboldaki son yılında bir maçını izlediğim Metin Oktay’la, bu dünyadaki son yılında karşılaşmak ve onunla konuşmak da varmış demek ki.
O’nun öldüğü yaştayım.
Sevgiyle anıyorum.