Romanda anlatılan olaylar, 2006 yılında Oxford, Paris ve Beyrut’ta cereyan eder.
Oxford’da Deniz adlı bir Türk kızı, üniversitenin İslam Çalışmaları Merkezi’nde doktora yapmakta ve İslami hareketin Ortadoğu’da yoksullukla kurduğu ilişki üzerine çalışmaktadır. Tanrı inancı olmayan Deniz, aldırdığı çocuk yüzünden kendini suçlu hissetmekte ve affedilme özlemiyle bazen Tanrı’ya inanmayı çok istemektedir.
İslami hareketin neo-liberal sisteme karşı üretebileceği ya da üretmeye çalıştığı tavrın görmezden gelindiğini, ılımlı İslam kavramının bu direniş kültürünü etkisiz kılmak için üretilen siyasal bir araç olduğunu düşünen Deniz, bir süre sonra “gerçek hikâyeleri olmayan insanlar” dan oluşan akademi çevresinden, Oxford’daki erkek arkadaşı Tunç’tan ve üniversitenin katı kurallarından sıkılacak ve önce Paris’e, sonra Beyrut’a gidecektir. Bu, “hikâyelerin müptelası ve meczubu olmamak için” akademisyen olmaya karar veren Deniz’in, sonunda hikâyelere teslim olması, yani Muz Sesleri’nin kahramanlarından ve yazarlarından birine dönüşmesi anlamına gelir. (Muz Sesleri’nin kahramanları ve yazarları konusuna daha sonra yeniden dönülecektir.)
Deniz, Oxford’dan ayrıldıktan sonra gittiği Paris’te katıldığı bir konferansta Ziad adlı Beyrutlu bir gençle tanışır ve ona âşık olur. Aslında bu, bir bakıma Deniz’in Beyrut’a ve Ortadoğu’ya âşık olması olarak yorumlanabilir. Ziad, Beyrut’ta sivil toplum kuruluşları için çalışmakta ve o sırada bir roman yazmaktadır. Romanı yazma amacı, Ortadoğu’yu Batılıların görmek istediği gibi değil, içeriden bir bakışla, olduğu gibi anlatabilmek, başka bir deyişle hikâyenin [Batılılar tarafından] “yağmalanmış” kısmını sergilemektir. O da Tanrı’ya inanmaz. Ortadoğu’yu da sevmez. O’na göre “Tanrı’nın Ortadoğu’da icat edilmiş olması tesadüf olamaz. Çünkü orası günahlardan kurulu” dur.
Deniz, Paris’ten Beyrut’a geçer. Beyrut’a gitme nedeni, bir yandan, âşık olduğu Ziad’ın yanında olmak, bir yandan da Oxford’daki tez hocası Bayan Trablousi’nin tavsiyelerine uymaktır. Bayan Trablousi’nin sözleriyle “O şehir [Beyrut], Ortadoğu’nun bilinçaltıdır. Ortadoğu’da neler olduğunu her yerden görebilirsiniz, ama neden olduğu… İşte o, ancak Beyrut’tan görünür.”
Deniz, Beyrut’ta Ziad’ın oturduğu apartman dairesinde, onunla birlikte kalacaktır. Ziad ise Deniz’den bir gün sonra Paris’ten ayrılmayı planlamıştır. Ancak, Beyrut’ta savaş çıkacak, havaalanı kapatıldığı için Ziad’ın Beyrut’a dönmesi mümkün olmayacaktır.
Ziad’ın oturduğu apartman Beyrut’ta Jettawi yokuşundadır. Apartmanın son derece kozmopolit bir yapısı vardır. Apartmanda Lübnanlı, Filipinli, Suriyeli, Filistinli, Müslüman, Hıristiyan, Ermeni, Falanjist, eşcinsel, varlıklı, yoksul, yerli, yabancı her tür insan yaşamaktadır. Bu apartman, orada oturanların geçmişleriyle birlikte ele alındığında, Beyrut’un karmaşık tarihini ve kozmopolit toplumsal yapısını simgelemektedir. Beyrut şehri, romanın kahramanlarından biri, belki de başkahramanı ise, Jettawi yokuşundaki o apartman da Beyrut’un kişileştirilmiş hâlidir. Ziad, Beyrut’u şöyle tanımlar: “Beyrut, hep daha iyi bir şey olabileceğinin hayalidir. Toz gezegenin içinden bir Paris çıkabileceği hayali.”
Burada “toz gezegen” deyimi, yalnızca Beyrut’u değil, Lübnan’ı ve Ortadoğu’yu, giderek Doğu’yu nitelemek için kullanılır.
“Toz” imgesi, romanın teması açısından merkezi bir öneme sahiptir. Romanı oluşturan üç ana bölümden birine “Toz” adının verilmesi de bunu gösterir. “Toz”, genel olarak Doğu’nun, özel olarak da Ortadoğu’nun karmaşasına, düzensizliğine, yoksulluğuna, savrukluğuna, kural dışılığına vurgu yaparak Doğu ile Batı, Beyrut’la Oxford arasında bir karşıtlık ilişkisi kurar. “Toz, bu şehirde [Oxford] başka bir gezegenden kopup gelmiş yabancı bir madde gibi duruyordu.” Toz, “Her şeyi berraklaştıran bir bulanıklık” tır.
Toz, biraz da savaş demektir. Ortadoğu, savaşlarla yaşamaya alışmış bir coğrafyadır. Tozdan, dumandan bir türlü başını alamaz. Savaş, elbette o coğrafya ve insanları üzerinde silinmez izler bırakmıştır:
• Jettawi yokuşundaki apartmanın sahibi Zeynab Hanım’la Hadi Bey’in oğulları Ali savaşta ölmüştür. Hadi Bey, oğlunun ölümünden sonra akıl sağlığını yitirmiştir. Oğlunun hâlâ yaşadığına inanmaktadır. Başını alıp alıp gider. Her defasında birileri onu bulup apartmana geri getirir.
• Zeynab Hanım’ın hizmetçisi ve romanın en önemli kahramanlarından Filipina’nın annesi Michelle, Filipina’nın doğumundan iki ay sonra İsrail uçaklarının bir bombardımanında ölmüştür.
• Filipina’nın babası Doktor Hamza da Şatila katliamında yaşamını yitirmiştir. Kızına yazdığı mektuplarda “Savaş bizi daha yakışıklı gösteriyor Filipina”…”Ölmek üzere olduğumuz için yakışıklı duruyoruz.”…”Kimilerimiz böyle, yaranın tam ortasında tedavi olabiliyor.” diyen Hamza’nın bu sözleri, savaşın (ya da “toz”un) Ortadoğu için ne denli alışılmış, giderek kutsanan bir olgu olduğu şeklinde yorumlanabilir.
• Bu bağlamda, Nâsır’ın eşi Ayşe’nin “Savaşta herkese yer vardır, ama savaş bittiğinde… Biri olmak zorundasın.” şeklindeki sözleri de, bir tür savaş kutsaması sayılabilir.
• Apartman sakinlerinden, eski bir FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü) militanı olan Nâsır, örgüt tarafından idama mahkûm edilmiş bir kaçaktır. O, savaşta kaybolmanın ne demek olduğunu çok iyi bilir. Bu yüzden, çalıştırdığı takside, çok sayıda pusula vardır.
• Savaş bitse bile, her an yeni bir savaşın başlaması ihtimali, istihbarat örgütlerinin Beyrut’taki yoğun faaliyetlerini bir an bile ara vermeksizin sürdürmelerine zemin hazırlar. Örneğin apartmanın kapıcısı Marwan Suriye istihbaratına mensup bir ajandır.
• Eski bir Falanjist olan Jan da, kaçarak yaşamayı iyi bilir.
Roman, daha önce de belirtildiği gibi üç ana bölümden oluşur: 3.Toz, 1. Siz, 2. Biz.
Bu bölümlerden 3. Toz, Beyrut’u ve Ortadoğu’yu; 1. Siz, Beyrut’ta yaşayanları, özellikle de Jettawi yokuşundaki o apartmanın sakinlerini; 2. Biz ise, Oxford’da ve Paris’te geçen olayların kahramanlarını, yani başta Deniz olmak üzere, Tunç’u, Bayan Trablousi’yi ve Ziad’ı ifade eder.
Böyle bir bölümlendirme yapılmasını nasıl yorumlamak gerekir? Romanın asıl kahramanları, Beyrut’ta, özellikle Jettawi yokuşundaki apartmanda yaşayan insanlar ve savaşta ölenlerdir. Bu grupta yer alan başlıca karakterler olarak Filipina, Marwan, Zeynab Hanım, Hadi Bey, Jan, Nâsır, Ayşe, Setanik (Ermeni bir oyuncu), Vissam (Setanik’in sevgilisi Filistinli) ile, savaşta yaşamlarını yitirmiş Doktor Hamza, Michelle ve Ali sayılabilir. 1. Bölüm’ün başlığı olan “Siz”, bu kahramanları topluca adlandırmak için kullanılmıştır.
2. Bölüm’e ve o bölümde yer alan roman kişilerine “Biz” adının verilmesi, bu kişilerin, gerçekte romanın asıl kahramanları arasında yer almadıklarını, kahramanlara, yani Beyrut’a ve orada ölmüş veya yaşamakta olanlara dışarıdan baktıklarını ifade eder. Bunun da anlamı; okuduğumuz metnin bir roman olduğu, her romanda olduğu gibi, bir yanda roman kahramanlarının, bir yanda da o kahramanlara dışarıdan bakan roman yazarının bulunduğudur.
Ancak bu romanın birden çok yazarı vardır. Bu romanın yazarı kimdir? Ece Temelkuran mı, Deniz mi, Ziad mı? Yoksa bunların hepsi birden mi?
Romanda anlatılanlardan Deniz’in Paris’te tanıştığı Beyrutlu Ziad’ın bir roman yazmakta olduğunu öğreniriz. “Ortadoğu’yu sevmeyen”, ama orayı çok iyi bilen bir Beyrutlu olan Ziad, içeriden bir bakışla kaleme aldığı romanı yazarken, Filipina’yı esas kız, Marwan’ı esas oğlan olarak seçmiştir. Filipina, 1979’da Filipinler’den Beyrut’a çalışmaya gelen Michelle’in, savaşta tanıştığı Filistinli Doktor Hamza’dan olan 1981 doğumlu kızıdır. Doktor Hamza’nın Michelle’e bir sözü vardır: Ağustos’ta onu muz tarlalarına götürecek, ona “muz sesleri”ni dinletecektir. Doktor Hamza’ya göre muzlar büyürken ses çıkarırlar. Ağustos ayında duyulur bu ses. Bu sözünü yerine getiremeden Michelle ölünce, “Tanrı’ya değil ama çocuklara inanan” Doktor Hamza, kızını Filipinler’e gönderir. Kızına yazdığı mektuplarda Michelle ile nasıl tanıştıklarını, onun nasıl öldüğünü, savaşın Ortadoğu’da oynadığı başat rolü anlatır. Filipina’nın büyüdükten sonra Beyrut’a gelip Zeynab Hanım’ın yanında çalışmaya başlamasının amacı, annesinin ve babasının izlerini sürmektir. O da Tanrı’ya inanmaz. Babasının ona gönderdiği Arapça yazılmış mektupları Marwan’a okutur ve aralarında bir aşk başlar. Ziad’ın bu ikisini esas kız ve esas oğlan olarak seçmesinin nedeni, “kimlik meselesinden tiksindiği için”, herkesin muhakkak bir kimlik sahibi olduğu Beyrut’ta en kimliksiz iki insanın hikâyesini anlatmak istemesidir. Çünkü Batılıların sadece bir kimlik sorunu olarak gördüğü savaşlar, “kimlikler yüzünden değil başka bir mesele” yüzünden çıkmaktadır. Filipina ve Marwan aşkı, romanın final sahnesine de damgasını vurur. Beyrut’ta tanıştığı Lynette adlı başka bir Filipinli kızın yönlendirmesiyle pasaportunu Zeynab Hanım’dan alan Filipina, Marwan ile birlikte sömürüden kaçıp özgürlüğe, “muz sesleri”ne doğru kaçar. Bu olay sırasında Jan hariç bütün apartman sakinleri Filipina ve Marwan’ı destekler. Bir ara Marwan’la eşcinsel bir ilişkiye girmiş olan ve Filipina’yı ondan kıskanan Jan, Marwan’a ettiği hakaretlerin cezasını Marwan tarafından kapıcı dairesinde öldürülmekle öder. Tam o sırada, Paris’ten Beyrut’a gelmiş ve apartmana girmiş olan Deniz, bu cinayete tanık olur. Ancak, gördüğü bu olaya bir anlam veremez. Zaten Marwan ve ona kaçması için arabasını veren Nâsır da, bu “yabancı”nın cinayeti görmesini önemsemezler. Burada yabancılık, hem Deniz’in Beyrutlu olmadığı, hem de romanın gerçek kahramanları arasında yer almadığı anlamındadır.
Deniz’in o apartmana girişi, aslında romanın “Siz” başlıklı 2. bölümünün hemen başında anlatılmıştır. Bu açıdan bakınca, Marwan’la Filipina’nın kaçmaları, hem bir son, hem de bir başlangıçtır. Bu, her şeyin başladığı yere döneceğini, her sonun aynı zamanda bir başlangıç olduğunu esas alan bir çevrimdir.
Bu noktada “Toz” başlığını taşıyan ve tek sayfadan oluşan 3. bölümün 1. ve 2. bölümlerden önce yer alması da anlam kazanır. Öteki bölümlerin üçüncü kişi anlatımıyla yazılmasına karşılık, ben anlatıcı yöntemiyle kaleme alınan bu bölüm, Deniz’in romanı yazma serüvenine odaklanır. Çıkan savaş nedeniyle Beyrut’a dönemeyen Ziad’ın yerine Deniz yazarlığa soyunmuş, Ziad’ın, üzerlerine roman kahramanlarının isimlerini yazdığı çakıl taşlarından yararlanarak romanı tamamlamıştır. Aslında Deniz de bir roman kişisidir ve bunun farkındadır. Paris’te Ziad’la birlikteyken, Ziad’a bir yandan Filipina’nın, bir yandan da kendisinin “ne olacaklarını” sorar durur. Romanın yazılış serüvenine odaklanan 3. bölüme kitabın başında yer verilmesi, bitmemiş bir hikâyenin yazılamayacağı biçiminde de yorumlanabilir. Aynı zamanda, o bölümden sonra okuyacaklarımızın Deniz (Ece Temelkuran) tarafından yazılan bir roman olduğunu da bize hatırlatır. Bu bölümün ben anlatıcı yöntemiyle yazılmış olması da, özyaşamöyküsü Deniz’le benzerlikler taşıyan, romanın gerçek yazarı Ece Temelkuran’ın sahne aldığına dair bir işarettir. Bu bölümün “Toz” başlığını taşıması, bir yandan da romanda anlatılacak asıl konunun, dolayısıyla romanın baş kahramanının Beyrut olduğuna işaret eder.
Bu bölümde dikkat çeken başka bir nokta da, Deniz’le romanın önemli kahramanlarından Filipina arasında kurulan özdeşlik ilişkisidir. Bunu, gerçekte Filipina’ya ait olan, ama bu bölümde Deniz tarafından giyilen sarı kazak ve siyah pantolondan anlarız. Böylece, yazarın, hikâyenin kahramanlarıyla bütünleşmeden o hikâyeyi anlatamayacağı mesajını alırız.
Bütün bu anlatılanlar, romanın yazılış serüvenine, o roman içinde yer verilmesi biçimindeki “üst kurmaca” tekniğinin Muz Sesleri’nde de uygulandığını göstermektedir. Uygulanan bir başka teknik olan mektup tekniği ise, Doktor Hamza’nın kızı Filipina’ya yazdığı mektuplar yoluyla geçmişteki olayların anımsatılması amacına hizmet etmektedir.
Romanda, başka bazı romanlara yapılan göndermeler de (metinlerarasılık) gözden kaçmamaktadır. Bunlardan ilki, 3. Toz bölümünde, romanın yazıldığı defter yapraklarının havada uçuşmasıdır. Bununla, Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm romanında, Dirmit’in aile bireylerine yazdığı mektup sayfalarının şehrin üstünde uçtuğu sahne arasında bir benzerlik kurulabilir. Aynı şekilde 245. sayfada geçen “gece dersleri”, 257. sayfada geçen “buzdan kılıçlar” ibarelerinin Latife Tekin’in aynı adlı romanlarına birer gönderme oldukları söylenebilir.
Muz Sesleri’nin temasına gelince; Deniz’in Oxford’daki doktora çalışmasında üzerinde durduğu, İslami hareketin Ortadoğu’da yoksullukla kurduğu ilişki, aynı zamanda romanın da sorunsalını oluşturur. Bir bakıma, doktora tezinden bir roman çıkarılır. Romanda İslam’a bir din olarak değil, siyasal bir hareket olarak bakılmaktadır. Yukarıda da belirtildiği gibi, başlıca roman kişilerinin Tanrı inancı yoktur. Bunun özellikle vurgulanması, romanda İslam’ın bir din olarak değil, siyasal bir direniş hareketi olarak ele alındığının belirtilerinden biridir. İslam’a bir direniş hareketi misyonu yüklenmesiyle, Ortadoğu’daki savaşların Doktor Hamza gibi roman karakterleri tarafından neredeyse kutsanması arasında da yakın bir ilişki vardır.