Bu Blogda Ara

8 Ocak 2011 Cumartesi

Güneydoğu'dan

Uzun bir ayrılığın ardından evime döndüm. Benim için güzel bir gezi oldu. Güzel yerler, güzel insanlar gördüm.

Mardin sokaklarında dolaşırken beni turiste benzetip arkamdan "Excuse me, where are you from?" diye seslenen, ben de onu Türk’e benzettiğim için kendisine Türkçe cevap verince anlamayan ve bu kez benimle Arapça konuşmaya başlayan insanlar mı ararsınız?


Bir otogardan çok köy garajını andırdığı için Mardin otogarını bir şeye benzetemeyip etrafta İngilizce bilen birine bakınırken beni bulan ve “olamaz, bir yerlerde daha büyük bir otogar olmalı” diye yırtınarak eşyalarını emanet edebileceği bir yer arayan, ama bulamayan yabancı gezginler mi?

Şu aralar bir araba almaya niyetim olmamasına rağmen, ta Adıyaman’a kadar gidip bir nezaket ziyareti yaptığım otomobil bayiinden ayrılırken, ısrarlara dayanamayıp beni şehir merkezine bırakmasına razı olduğum patronun oğlu tarafından iki arada bir derede bana anlatılan dehşet hikâyeleri mi ararsınız? “Neymiş bu dehşet hikâyeleri?” derseniz; henüz on sekiz yaşında olan bu delikanlı, liseyi bile bitirememiş, çünkü sinir hastasıymış ve bir cinnet anında, lise müdür yardımcısının böbreklerini işe yaramaz hâle getirmiş. Şimdi, o müdür yardımcısı diyalize bağlı olarak yaşıyormuş. Delikanlının tahsil hayatının da sonu olmuş bu.

İster Diyarbakır’da, ister Urfa’da, ister Malatya’da; nerede olursa olsun gittiği her yerde hep aynı hikâyeyi anlatan karanlık İstanbullular mı ararsınız? İstanbullular dediğime bakmayın, aslında tek bir kişi varmış ortada, gittiği yer sayısı kadar çoğalıyormuş. O yüzden karanlıkmış ya zaten. “Ne anlatıyormuş bu İstanbullu?” derseniz; güya bu İstanbullu’nun o şehre öğretmen olarak atanan bir kızı varmış. İstanbul’dan kızını ziyarete gelmiş. Gelmişken, kızına yeni görevini kutlamak için bir araba hediye etmek istiyormuş. Punto mu olur, Fiesta mı olur, ne olursa artık. Özellikle bayan satış temsilcileri bu hikâyeden çok etkileniyormuş. “Dünyada ne cömert babalar var, keşke bizim de böyle bir babamız olsa” diyorlarmış da başka bir şey demiyorlarmış.

Elazığ’dan Muş’a yolcu taşıyan bir minibüsün ön sırasında oturup yola baktığım ve nasıl araç kullandığını izlediğim sırada, bana “Abi, niye konuşmuyorsun, dargın mısın bize?” diye soran ve “Dilinizi anlamıyorum ki, ne konuşayım?” dediğimde öbür yolcuları ve Kürtçe’yi boşlayıp benimle koyu bir sohbete dalan şoförler mi ararsınız?

Mardin’den Diyarbakır’a günün son seferini yapan minibüse güç bela yetişip Diyarbakır’a doğru yol aldığımız sırada önümüzü kesen, minibüs şoförünü karakola çekip ifadesini alan, aynı anda da iyi koku alan köpeklerle minibüsün orasını burasını arayan polis ekipleri mi ararsınız? “Neden önünüzü kesmişler ki?” diye sorarsanız, meğerse o minibüs, sadece şehir içinde yolcu taşımaya yetkili bir servis aracıymış. Şehirlerarası yolcu taşıma yetkisi yokmuş. Polisler, şoförü karakola çekip ifadesini alırken, yolculardan biri demez mi ki, “Aramızda anlaşalım, bu minibüsü özel olarak kiraladığımızı söyleyelim.” Ben de demez miyim ki, “Kusura bakmayın, sizin güzel hatırınız için yalan söyleyemem.” Nitekim az sonra polisin biri gelip, “Nereden gelip nereye gidersiniz? Ücret ödeyerek mi yolculuk ediyorsunuz?” diye sorunca ben, “Mardin’den gelip Diyarbakır’a gidiyoruz. Kişi başı 8 TL ücret ödedik.” diye yanıt verdim. Neyse sonunda polisler şoföre 2000 küsur lira ceza yazıp bizi bıraktılar.

Ülkenin başka bölgelerinde ve şehirlerinde, sorduğum adresi internet haritaları üzerinden ayrıntılı olarak tarif eden resepsiyon memurlarından sonra Diyarbakır’da, “Gazi Caddesi neresi?” şeklindeki sorumu “Kusura bakma abi, ben buranın yabancısıyım” diye yanıtlayan otel görevlileri mi ararsınız?

Orada olduğum sürece her akşam uğradığım lokantalarda, gerçek adı Osman olduğu hâlde müşteriler tarafından “Abdi” diye anılan sempatik Urfalı garsonlar mı ararsınız? İlk akşam, hesap pusulasını incelerken biranın fiyatını sormam üzerine “Bizde yanlış olmaz” diye tepki koyan Abdi, ertesi akşam gittiğimde, daha masaya oturmadan, ona takılmak için “Bira ne kadar?” diye sorunca gerçekte 4 lira olan biranın fiyatına 5 lira demez mi? “Dün akşam 4 liraydı, bugün niye böyle?” deyince “Dayı, sorana 5 lira, sormayana 4 lira” diye cevap vererek şakacı yanını bir kez daha göstermiş oldu.

Uçakta, özellikle aldığım pencere kenarı koltuğa benden önce kurulmuş olup, “Orası benim yerim, kalkabilir misiniz lütfen?” deyince “Fark eder mi?” diye soran, “Fark eder” diye yanıt vermem üzerine istemeyerek de olsa bana yer açan; bagajlarını beklerken kendisininkine benzeyen her valizi eline alıp içine bakan, sonra tekrar taşıyıcı banda bırakan yolcular mı ararsınız?

Daha neler neler…