Bu Blogda Ara

24 Ocak 2011 Pazartesi

Üçüncü Ahmed Çeşmesi Hakkında Bir İnceleme

1. Giriş
Bu incelemede İstanbul’da Topkapı Sarayı’nın birinci avlu girişi Bab-ı Hümayun ile Ayasofya arasında yer alan 18. yüzyıla ait III. Ahmed Çeşmesi ele alınacak, Barok sanatın Türkiye’deki ilk örneklerinden sayılan bu yapıt ile ilgili bilgiler aktarılmadan önce kısaca Barok sanattan ve bu sanatın Osmanlı sanatına olan etkilerinden söz edilecektir.


2. Barok Sanat

2.1. Genel Olarak
Avrupa ülkelerinde 17. yüzyıldan başlayarak görülen Barok sanat anlayışının ilk belirtileri 16. yüzyılın sonlarında İtalya’da ortaya çıkmış, Almanya’da ise en üstün örnekleri 18. yüzyılda gerçekleştirilmiştir.

Barok sanat yapıtları üslup açısından karmaşık, hatta çelişkilidir. Bununla birlikte yapıtların hepsinde, duygusal durumları çoğu kez dramatik bir yaklaşımla, duyulara seslenecek biçimde anlatma isteği görülür. Baroğu anlatmak için çoğu kez görkemlilik, canlılık, hareket, gerilim, aşırı ve farklı duygusal durumlar, sonsuzluğun algılanması, çeşitli sanatlar arasındaki kesin ayrımları yok etme gibi tanımlar kullanılır. Rönesans’ın Antik Çağı yüceltme eğilimi barokta da sürmüş ve bu birçok sanat ürününü değişik oranlarda etkilemiştir.

Barok sözcüğünün kökeninin açıklanmasına ilişkin çeşitli kuramlar arasında en yaygını, onun Portekizce barroco sözcüğünden türemiş olduğudur. “Düzensiz” anlamına gelen bu sözcük özellikle düzgün olmayan inciler için kullanılır. Sanat eleştirisinde barok sözcüğü ilk kez 17. yüzyılın sonlarına doğru geçmiştir. Sözcük, 18. yüzyılda genellikle küçültücü anlamda, doğanın ve Antik Çağın ölçütlerinden ayrıldığı düşünülen tutumları tanımlamak için kullanılmaya başlanır. Barok sanat üslubunun özelliklerinin sistematik bir açıklamasını ilk kez Heinrich Wölfflin (1864–1945) Renaissance und Barock (1888) adlı kitabında vermiştir.

Barok sanatın başlıca karakteristikleri ve simgeleri; asimetrik ve devingen tasarım öğeleri, kısmi ışık kullanımı, kilise kubbeleri, görkemli saraylar, merdivenler, meydan ve bahçe düzenlemeleri ile suyun dekoratif amaçlı kullanımı olarak özetlenebilir.
Tasarım ilkeleri eğri çizgilere ve oval biçimlere dayalı olan barok, yumuşak ve akıcı bir mekân mimarisidir. Yüzeylerde içbükey ve dışbükey dalgalanmalar oluşturulur ve optik yanılsama yöntemiyle mekânın sınırı gizlenir. Barok üslupta bezeme, strüktür ve malzeme eşdeğer güçte yapı öğeleridir. Kolon, sütun gibi yapısal öğeler gruplaşarak ve hacimleşerek yontusal değerleri güçlendirirler. Kat kat ve bombeli bitkisel bezemeler, maskeler, yaprak frizleri, kumaş kıvrımları, çelenkler, deniz kabukları, kartuşlar ve boşlukta uçuşan figürler görsel etkiyi zenginleştirirler.

2.2. Barok Sanatın Osmanlı’ya Yansıması
18. yüzyılda Osmanlı Devleti’yle Avrupa ülkeleri arasında siyasal ve ekonomik ilişkilerin yoğunlaşması imparatorluğun kültür ve sanat ortamını belirli ölçüde etkilemiş; bu dönemdeki yeni ticaret ilişkileri sonucunda Avrupa’dan getirilen mallar, Avrupa’ya gönderilen görevlilerin döndüklerinde anlattıkları, Avrupa’dan gelen gezgin ve sanatçılar, toplumda Lale Devri ile birlikte başlayan yeni bir beğeni ve sanat ortamının oluşmasına yol açmıştır.

Batı özentisini ilk geliştiren olay Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin Ekim 1720 - Ekim 1722 tarihlerinde Paris’te elçi olarak bulunmasıdır. Adı geçenin yurda döndükten sonra kaleme aldığı “Sefaretname”si ve beraberinde getirdikleri, Osmanlı Sarayı’nı Batı sanatı, mimarisi ve kent düzenlemesiyle tanıştırmıştır. Fransız sarayları, bahçeleri, fıskiyeleri, caddeleri ve saray yaşantısı Osmanlı Saray çevresinde büyük bir ilgi uyandırmış ve III. Ahmed tarafından Kâğıthane’de kasırlar ve bahçe düzenlemeleri yaptırılmıştır. 1727’de Sait Mehmed Efendi’nin kurduğu basımevi yabancı yayınların Türkçeye çevrilerek yeni kültür ortamının tanıtılmasına olanak sağlamıştır.

Osmanlı sanatında Batı etkisiyle 18. yüzyılın ikinci çeyreğinde görülmeye başlayan barok üslup, 18. yüzyılın sonuna, yeni klasik üslup etkisiyle ampir üslubun ortaya çıkmasına değin sürmüştür. Barok süsleme motifleri ise daha uzun bir süre, 19. yüzyılda da başlıca üsluplarla birlikte kullanılagelmiştir.

Osmanlı mimarlığında barok üslupta yapılan yapılara Nuruosmaniye Camisi, Ayazma Camisi, Laleli Camisi, Nurullah Sultan Türbesi, Atıf Efendi Kütüphanesi, III. Osman Köşkü ve III. Osman Çeşmesi örnek olarak verilebilir.

Osmanlı sanatında barok etki, yapı cephelerinden daha çok iç mekân bezemesinde görülür. 18. yüzyılın ikinci yarısında ve 19. yüzyıl içinde birçok dinsel ve sivil yapı iri akant yaprakları, kıvrımlı palmetler, Korent başlıklı sütunlar, istiridye kabukları, perde motifleri, çeşitli doğal çiçekler ve manzara resimleriyle bezenmiştir.

Kuban, barok üslubun Türkiye’deki yorumunun, Batı kaynaklı olmasına karşın, kendine özgü olduğunu belirtir. Ona göre bunun nedeni, bu üslubun Batı’daki gibi Rönesans’ı izlemeyip, klasik Osmanlı mimarisine “aşılanmış” olmasıdır.

3. Bab-ı Hümayun Meydan Çeşmesi /III. Ahmed Çeşmesi / Sultanahmet Çeşmesi

3.1. Lale Devri ile Birlikte Osmanlı Çeşme Mimarisi’nin Canlanması
Çeşme ve sebil yapımı Lale Devri ile birlikte niteliksel ve niceliksel bir gelişme gösterir. Bu dönemde çeşme mimarisinde, Barok sanatın etkisiyle kütle plastiği, düzenleme ve bezeme açısından zengin bir çeşitlilik oluşur. Meydan çeşmeleri de bu dönemde kent dokusunun değerli yapıtları olarak önem kazanmışlardır.

3.2. III. Ahmed Çeşmesi
III. Ahmed Çeşmesi, İstanbul’da Sultanahmet semtinde Topkapı Sarayı’nın birinci avlu girişi Bab-ı Hümayun ile Ayasofya arasında yer alır. Bu anıtsal çeşme, III. Ahmed tarafından Perayton adlı bir Bizans çeşmesinin yerine yaptırılmıştır.

Yazıtında belirtildiğine göre 1141 (1728–29) yılında yapılmış olup on dört kıtalık uzun tarih manzumesi Seyyid Vehbi’nindir. Ta’lik hatla yazılan bu uzun kaside her cephede çeşmelerin üzerine ve sebillerin yukarılarına işlenmiştir. Bu manzumenin son tarih beyti -Aç besmeleyle iç suyu / Han Ahmede eyle dua- bizzat III. Ahmed’e ait olup yine onun tarafından çeşmenin Ayasofya’ya bakan esas cephesinde boydan boya tek satır halinde celi-sülüs hat ile yazılmıştır. Bu husus beytin altındaki ketebeden (yazarın adının verildiği yer) açıkça anlaşılmaktadır. Marmara’ya bakan taraftaki yazıttan öğrenildiğine göre çeşmenin yaptırılmasını Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tavsiye ederek gerçekleşmesine önayak olmuştur. Çeşmenin 1141 Ramazanında (Nisan 1729) henüz bitmediği, “saf, beyaz ve damarsız” mermerlerin acele gönderilmesi isteğiyle Marmara naibine yollanan bir belgeden öğrenilmektedir. Çeşmenin mimarının kim olduğu bilinmemektedir. Pek çok yerde eserin, III. Ahmed döneminde Hassa başmimarı Kayserili Mehmed Ağa’ya ait olduğu yazılmışsa da bu iddiayı destekleyen hiç bir kayda rastlanmamıştır. Sadece kısa bir arşiv kaydı, Mehmed Ağa’nın çeşmenin alem ve şebekelerinin yaldızlanması işini üstlendiğini bildirmektedir. İlk yapıldığından günümüze gelinceye kadar III. Ahmed Çeşmesi büyük bir değişikliğe uğramamakla birlikte, yakından incelendiğinde bazı yerlerinde geç tarihlerde yapılmış küçük onarımların izleri görülebilmektedir.

İki basamakla çıkılan bir zemin üzerine yerleştirilmiş olan III. Ahmed Çeşmesi dört cepheli bir meydan çeşmesi olarak tasarlanmıştır. Kare biçimli planında dört köşede, dışarı yarım yuvarlak çıkıntılar halinde taşan üçer şebekeli sebiller vardır. Her cephenin ortasında ise birer çeşme bulunmaktadır. Çeşmelerin iki tarafında mihrap biçiminde birer niş vardır. Yalnız bir cephede bu nişlerin yerine birer kapı açılmıştır. Bu kapılardan girildiğinde ortadaki sekizgen hazne ile dış duvarlar arasında çepeçevre bir dehlizin dolaştığı görülür. Bu dehliz, sebilcilerin köşelerdeki sebillere ulaşarak buradan gerekli hizmeti vermeleri amacıyla yapılmıştır. Çeşmenin üstü çok geniş saçaklı ve dışı kurşun kaplı bir çatı ile örtülüdür. Bu çatının ortasında sekiz cepheli bir kasnak üstünde dilimli bir kubbecik yükselir. Dört sebilin üstüne isabet eden yerlerde aynı biçimde fakat biraz daha küçük ve alçak dört kubbecik daha vardır. Yine kurşun kaplı olan bu beş kubbenin de tepelerinde, içlerinde oyma yazı olan altın yaldızlı tunç alemler yer alır.

Görkemli bir köşk görünümünde olan III. Ahmed çeşmesinin dış mimarisi, köşelerde yarım yuvarlak çıkıntılar oluşturan sebillerle hareketlendirilmiş, sebillerin şebeke aralarındaki sütunların üstlerinde duvar yüzeyleri, sütunları yukarı devam ettirircesine yarım yuvarlak olarak yapılmıştır. Böylece, çeşmenin dış yüzeylerinde egemen olan yatay çizgiler, bu sütunlar ve bunları devam ettiren “çubuklar”ın yarattığı dikey çizgilerle dengelenmiştir.

3.3. III. Ahmed Çeşmesi’nin Osmanlı Mimarisi İçindeki Yeri ve Önemi
Osmanlı dönemi Türk sanatının çeşme mimarisinde meydana getirdiği bir başyapıt olan ve yüzey bezeme işçiliği ve kütle değerlendirmesiyle dikkatleri üzerinde toplayan III. Ahmed Çeşmesi, Türk sanatına Batı sanat üslubunun sızmaya başladığı bir dönemin yapıtıdır. Bu bakımdan onda klasik çağın sadeliği yoktur. Bütün yüzeyler boş yer bırakılmadan bezenmiş olup bu bezemelerin bir kısmının Türk süsleme sanatına ait olmasına karşılık aralarında Batı Avrupa sanatından alınmış motifler de görülür. Bu motiflerin tamamen egemen olduğu yer, geniş saçağın alt yüzü ile çeşmelerin etrafını çeviren dal kıvrımlarıyla bezenmiş çerçeve şeritleridir. Cephelerde yatay şeritler halinde uzanan süsleme arasında ise Türk sanatının mukarnasları, şemseleri görülür. Süslemenin bir kısmı mermer üzerine kabartma şeklinde yapılarak altın varakla yaldızlanmıştır. Diğer bir kısmı ise çinidir. Bunlar teknik kaliteleri bakımından 16. yüzyılın İznik çinileri ayarında değildirler. Çeşmelerin ayna taşının iki yanına çiçek kabartmaları işlenmiş, Ayasofya’ya bakan ana cephede musluğun üstüne bir madalyon halinde “maşallah” yazılmıştır. Sebillerin altın yaldızlı tunç şebekelerinde lale motifinin tekrarlandığı görülür.

III. Ahmed Çeşmesi, meydan çeşmelerinin bütün Türk sanatı tarihi içinde ortaya konulmuş en göz kamaştırıcı örneğidir. Avrupa’dan gelen ve Türk sanatına 18. yüzyıl başlarından itibaren sızan etkiler, burada henüz sadece süslemenin çokluğunda ve bazı kısımlarda kendisini belli eder. Bu anıt, çeşme mimarisinde 18. yüzyılda başlayan zengin bezemeli yeni akımın da temsilcisi olup bütün benzerlerini aşan bir güzelliğe sahiptir.

Çeşme, kırma çatısı ve geniş saçağıyla Topkapı Sarayı’nın önündeki meydanı anlamlı biçimde odaklamaktadır. Çeşmenin gerek planlamasında, gerekse malzeme kullanımında klasik dönemin maddeciliğinden farklı bir yaklaşım gözlenir. Çeşmenin dört cephesi de dikdörtgen alanlara bölünerek klasik üslupta düzenlenmiş; ancak stilize ve doğal motiflerin birlikte kullanımı dönemin çelişkili tutumunu somutlaştırmıştır. Böylece bir yandan geleneksel olan sürdürülmekte, bir yandan da yeni araştırılmaktadır.

Batılı motif sözlüğünün bir Lale Devri yapısı üzerinde görüldüğü ilk örneklerden biri, III. Ahmed Çeşmesi’nin saçağı altındaki akant yapraklı boyalı frizdir.

Bu meydan çeşmesinin başka bir özelliği de, Osmanlı döneminde bir buluşma yeri, sosyal bir merkez işlevi görmesidir.

Yararlanılan Kaynaklar:

1. Ana Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi, İstanbul, Ana Yayıncılık, 2000. C.III. sayfa 414–416.
2. Eyice, Semavi, “Ahmed III Çeşmesi”, İslam Ansiklopedisi, İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı, 1989. C.II, s. 38–39.
3. Kuban, Doğan, “Barok Mimari”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi İstanbul, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 1994. C. II. Sayfa 61–65.
4. Ödekan, Ayla, “Mimarlık ve Sanat Tarihi”, Türkiye Tarihi, Yay. Yön. Sina Akşin, İstanbul, Cem Yayınevi, 1993. C. III. s. 345–433.
5. Yıldıran, Neşe, “Karşılaştırmalı Resim Sanatı Tarihi”, (Ders Notları, Yeditepe Üniversitesi, 2005).

Mini Sözlük:

Akantus (Akant): Mimarlık ve bezeme sanatlarında, çentikli ve sivri uçlu yapraklara sahip tipik bir Akdeniz bitkisi olan kenger ya da yaban enginarından esinlenerek yapılmış, stilize bir bezeme motifi.
Ampir: Yeni-klasik akımın I. Napoleon’un imparatorluğu (1804–14) sırasında Fransa’da gelişen ve mimarlık, mobilya, giyim, takı gibi alanları kapsayan evresi.
Celi-sülüs hat: Sülüs (Arapça’da ahkâm-ı sitte adı verilen altı çeşit yazıdan biri) tarzında ve iri olarak yazılmış hat yazısı.
Kartuş: Mimarlıkta ortasındaki alana bir yazıt ya da hanedan arması gibi bir simge yerleştirilmiş bezemeli çerçeve. Daha geniş anlamda, başta oval olmak üzere her biçimdeki dekoratif çerçeve için kullanılır.
Kasnak: Geleneksel mimarlıkta, üstünde kubbenin yer aldığı yapı öğesi.
Korniş: Geniş silme.
Mukarnas: İslam mimarlığında görülen, düşey bir yüzeyden, üstündeki dışa taşan bir yüzeye geçmek, gerekirse ona bindirmelik görevi yapmak için kullanılan üç boyutlu, geometrik yapım ve bezeme öğesi.
Palmet: Palmiye yaprağı şeklinde.
Şebeke: Osmanlı mimarlığında metal ya da taştan yapılmış kafes biçimindeki korkuluk ve pencere parmaklığı.
Şemse: Güneş biçimindeki bezeme öğesi.
Ta’lik: İran’da gelişmiş bir yazı. Harfleri kendine özgü bir biçimde birleştirildiği için birbirine asılmış gibi görünür.