Bu Blogda Ara

22 Şubat 2011 Salı

Servet-i Fünun Dönemi Romanı

1. Giriş

Bu incelemede, 1896-1901 yılları arasında Servet-i Fünun dergisi çevresinde toplanan edebiyatçılardan oluşan Edebiyat-ı Cedide akımının doğuş ve gelişme koşulları ile edebiyatımıza yaptığı katkılar üzerinde durulacaktır.

Konu, roman türüyle sınırlı tutulacak, dönemin toplumsal ve siyasal koşulları, akıma mensup edebiyatçılar ve yapıtları hakkında bilgi verilmek ve akıma ilişkin değerlendirmelere yer verilmek suretiyle açıklığa kavuşturulmaya çalışılacaktır.


2. Dönemin Siyasal ve Toplumsal Koşulları

Tanzimat sonrasında Yeni Osmanlılara mensup aydınların çabalarıyla ivme kazanan ve 1876 Anayasası’nın ilanı ile önemli bir aşama kaydeden Batılılaşma ve özgürlük hareketi, Meclis’in Şubat 1878’de dağıtılmasıyla kesintiye uğradı. Özellikle Nisan 1880 tarihinden itibaren sansür uygulaması sıkılaştırıldı, yayınlar yasaklandı. Bir gizli polis örgütü (hafiyelik) kuruldu, jurnalcilik yaygınlaştı.

Bu dönemde, Meşrutiyet hedefine yönelik faaliyetler 1889’da kurulan İttihat ve Terakki Örgütü’nce sürdürülmeye çalışıldıysa da, uygulanan yoğun baskı ve sansür, örgütün faaliyetlerini sık sık kesintiye uğrattı. Aydın tabanından uzakta ve onlara el altından, dolayısıyla da eksik ulaşabilen, bu yüzden bu tabanın tepkilerinden yoksun olan yayıncılık da cılız ve kısır bir durumdaydı.

3. Edebiyat-ı Cedide’nin Doğuşu, Tanımı ve İdeolojisi

Doğuşu

İkinci Abdülhamid istibdadının ve jurnalciliğin yarattığı ağır havada bunalan Batı yanlısı gençler, Namık Kemal romantizmini sürdüren Recaizade Mahmud Ekrem ve Abdülhak Hamid’in marazi aşk, aile acıları gibi konuları işleyen yapıtlarının da etkisiyle içe dönük, bunalımlı bir ruh durumu içine girdiler. Tanzimat’ın başından beri siyasal ve toplumsal konuları işleyerek gelişen edebiyat, bu yoldan uzaklaşarak ve Fransız edebiyatında 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan Parnasçılık ve Simgecilik akımlarından etkilenerek bireyciliğe yöneldi.

Servet-i Fünun kuşağı, düzenli bir okul öğrenimi görmüş, bir batı dilini öğrenmiş, Batı kültürünü benimsemiş gençlerden oluşuyordu. Bu durum, adı geçen kuşağın ortak bir kültür ve beğenide buluşmasını sağladı. Bu kuşağa mensup gençlerden bir kısmı, Recaizade Mahmud Ekrem’in öncülüğünde Servet-i Fünun Dergisi’nde bir araya gelerek (1896) yeni bir duyuş tarzına ve üsluba sahip bir edebiyat topluluğu oluşturdular Bu topluluk Servet-i Fünun ya da Edebiyat-ı Cedide (yeni edebiyat) adıyla anılmaya başladı.

Tanımı

Türk edebiyatında 1896-1901 yılları arasında etkinlik gösteren yenilikçi bir akım olan Servet-i Fünun, Tanzimat sonrası Türk edebiyatında divan edebiyatına karşı çıkarak Batı’dan esinlenen yeni bir edebiyat oluşturma çabalarını kapsar.

Bu dönem, Türk edebiyatında 1860’dan beri devam eden Doğu-Batı mücadelesinin kesin sonucunu -Batı edebiyatının lehine olarak- belirleyen sonuncu aşamadır. Bu aşamanın sonunda Türk edebiyatı, gerek anlayış, gerek temalar ve gerekse teknik bakımlarından tümüyle Avrupai bir nitelik kazanmıştır.

İdeolojisi

Niyazi Berkes’e göre, Edebiyat-ı Cedide, Batı’nın birey özgürlüğü düşüncesini ideoloji olarak benimsemiştir. Onlara göre sorun, akla tam özgürlüğü vermek, kişiyi tüm insanlığın bir üyesi, bir kardeşi yapmak sorunudur. Bunun yolu da eğitimden geçer.

4. Edebiyat-ı Cedide’nin Gelişimi ve Değerlendirilmesi

Tanzimat devri yazar ve şairleri Fransız edebiyatının romantizm yönünden etkilenmişlerdi. Edebiyat-ı Cedide mensupları ise Parnasçılardan (realist anlayış) ve simgecilerden etkilendiler, Fransız romancılarını yakından tanıdılar. Servet-i Fünun dergisinde bu akımlar hakkında bilgi verildi, ilk defa olarak “hikmet-i bedayi” adı altında estetik kavramı gündeme getirildi. Edebiyat-ı Cedideciler, Farsça ve Arapça sözcüklerin fazlaca kullanıldığı (hatta sözlüklerden, kullanımı olmayan Arapça ve Farsça kelimelerin bulunup çıkarıldığı), konuşma dilinden uzak bir anlatım biçimi benimsediler.

Edebiyat-ı Cedideciler, eski edebiyat taraftarlarınca, taklitçilikle, ülke gerçeklerinden uzak olmakla, yapay ve halktan uzak bir dil kullanmakla, şiiri anlaşılmaz hale getirmekle suçlandılar.

İçlerindeki görüş ayrılıkları, Tevfik Fikret’in Ahmet İhsan ile olan anlaşmazlık nedeniyle Servet-i Fünun’un yazı işleri müdürlüğünden ayrılması ve derginin 16.10.1901’de kapatılması, topluluğun dağılmasına yol açtı.

Tanzimat edebiyatında henüz basit bir durumda bulunan batılı tekniği Servet-i Fünuncular bütün edebi türlerde eksiksiz olarak geliştirdiler ve onu tam bir Avrupai seviyeye getirdiler.

İlk kez Serveti Fünun edebiyatında duygu çözümlemelerine girişildi. Sürekli olarak düş ve gerçek arasındaki çatışma ve karşıtlıkları, düş kırıklıklarını işleyen Edebiyat-ı Cedide’de kaçış ve intihar da önemli yer tutar. Edebiyat-ı Cedide’de dış dünyaya, doğaya da önem verildi. Akımın edebiyatımıza doğa algılamasında getirdiği yenilik; dış dünyayı, kendine özgü ruhu olan bir varlık olarak görmekti.

Bu dönemde romancılığımız belli bir gelişme düzeyine ulaştı, ilk usta romancılar ve ilk başarılı romanlar bu dönemde ortaya çıktı. Bununla birlikte bu dönem romanında toplumsal eleştiriden uzaklaşıldı, “sanat sanat içindir” görüşünün bir uzantısı olarak aşk, acıma gibi sakıncasız konular işlendi ve romana umutsuzluk ve karamsarlık duyguları hâkim oldu

5. Edebiyat-ı Cedide’ye Mensup Romancılar

Halit Ziya Uşaklıgil (1867-1945)

Roman ve öykü yazarıdır. Türkiye’de çağdaş Batı romanının ilk gerçek örneklerini vermiştir. Öğretmenlik, bankacılık, üniversite öğretim üyeliği, mebusluk yaptı. 1896’da Edebiyat-ı Cedide topluluğuna katıldı. Servet-i Fünun dergisinde, kendisine büyük ün sağlayan romanlarını yayımladı.

Romanları: Sefile-1886, Nemide-1889, Bir Ölünün Defteri-1889, Ferdi ve Şürekası-1894, Mai ve Siyah-1897 (ustalık döneminin ilk romanıdır), Aşk-ı Memnu-1900 (ilk büyük Türk romanı kabul edilir), Kırık Hayatlar-1924.

Roman ve hikayeleriyle Türk edebiyatı tarihinde çok önemli bir yeri olan Halit Ziya, önceki dönemin basit ve iyi işlenmemiş romancılığına son verdi. Kahramanlarının ihtiras ve duygularını çözümlemeyi, onları çevreleri içinde göstermeyi esas alarak Türk dilinde gerçek batılı romanı yarattı. Romanlarında genellikle maddi durumu iyi olan ve sadece aşk için yaşayan insanların hayatını anlatır. Bir önemli nokta da; basit bir psikolojiyi güçlü bir üslupla, iyi işlenmiş bir biçimle anlatması, özden çok biçime ağırlık vermesidir.

Mehmet Rauf (1875-1931)

Romancı, öykücü ve oyun yazarıdır. Türk edebiyatında psikolojik roman türünün ilk örneklerinden sayılan Eylül adlı yapıtıyla tanınır. Bahriye Mektebi’ni (Deniz Harp Okulu) bitirdi. II. Meşrutiyetin ilanından sonra askerlikten ayrıldı ve geçimini yazarlıkla sağlamaya çalıştı.

Romanları: Eylül (1900), Genç Kız Kalbi (1914), Karanfil ve Yasemin (1924), Son Yıldız (1927), Kan Damlası (1928), Halas (1929).

Hüseyin Cahid Yalçın (1875-1957)

Edebiyat-ı Cedide akımının önde gelen yazarlarındandır. Mekteb-i Mülkiye mezunudur. Tevfik Fikret’in ayrılmasından sonra Servet-i Fünun dergisinin yönetimini üstlendi. 2. Meşrutiyetin ilanından sonra Tevfik Fikret ile birlikte Tanin gazetesini çıkardı. Mebusluk ve milletvekilliği yaptı. 1920’de İngilizler tarafından Malta’ya sürüldü. Ulus gazetesinde başyazarlık yaptı.

Romanları: Nadide (1891), Hayat İçinde (1901).

6. Edebiyat-ı Cedide Döneminden Bazı Romanlar

Mai ve Siyah (Halit Ziya Uşaklıgil-1897)

Mülkiye’de okumakta olan Ahmet Cemil, polisiye öyküler çevirerek, zengin aile çocuklarına ders vererek annesi ve kız kardeşine bakmaktadır. Edebiyatçı olmak düşleri kurar. Mirat-ı Şuun gazetesine roman çevirmeni olarak girer. Bu arada okulunu bitirir. El değiştiren gazetenin yeni sahibi Vehbi Efendi Ahmet Cemil’in kız kardeşiyle evlenir, ancak adamın kötü davranışlarıyla hırpalanan kız ölür, Ahmet Cemil de gazeteden kovulur. İlgi duyduğu Lamia da başka biriyle nişanlanmıştır. Bütün bu olayların olumsuz etkisiyle, yazmakta olduğu eserini yakar ve annesini yanına alıp kaymakam olarak Anadolu’ya gider.

Romana yönelik değerlendirmelerde, ikincil kahramanların canlı birer karakter olarak çizilmelerine karşılık Ahmet Cemil’e yeterince hayatiyet kazandırılamadığı; romanın ana çizgileriyle gerçekçi, ancak başkahramanın romantik olduğu; aydın orta sınıfın hayatını ve çatışmalarını çok dar bir çevre içinde kalarak anlatmaya çalıştığı; diyaloglardan çok ruhsal çözümlemelere dayalı bir anlatım biçimi benimsendiği belirtilmiştir.

Kenan Akyüz’e göre bu roman, Edebiyat-ı Cedide hareketinin ve Doğu-Batı edebiyatları arasındaki zihniyet mücadelesinin romanı olarak da kabul edilebilir.

Aşk-ı Memnu (Halit Ziya Uşaklıgil-1900)

Karısı bir süre önce ölmüş, kırk beş yaşında varlıklı bir adam olan Adnan Bey, konağında kızı Nihal ve oğlu Bülent’le yaşamaktadır. Bir gün Göksu’da Firdevs Hanım adında, eğlence düşkünü bir dulla tanışır; iki aile arasında bir yakınlık kurulur. Firdevs Hanım, Adnan Bey’in kendisiyle evleneceğini ummaktadır, ama Adnan Bey, onun kızı Bihter ile evlenir. Bihter, Adnan Bey’den çok gençtir. Bihter, zamanla bu evlilikten pişmanlık duyar ve Adnan Bey’in yeğeni Behlül’e gönlünü kaptırır. Behlül ise Adnan Bey’in kızı Nihal ile evlenmek üzeredir. Bu sırada Bihter ile Behlül arasındaki yasak aşk ortaya çıkar ve Bihter intihar eder, Behlül kaçar. Şimdi yanlış bir evlilik yapmış olan Adnan Bey’le mutsuz kızı gene eski yalnızlıklarına dönmüşlerdir.

Aşk-ı Memnu’da belirli bir tarihsel dönemin gerçekliği, romana özgü biçimler içinde, ustaca anlatılmıştır.

Berna Moran’a göre gerçekten de zengin bir roman olan Aşk-ı Memnu’da, kişilerin arasındaki duygusal yaklaşma ve uzaklaşmaların bir baleyi andırdığı söylenebilir. Romanın hareketi fiziksel olarak değil, kişilerin yoğun yaşadıkları ilişkilerin ve çatışmaların gelişimi biçiminde belirir. Bununla birlikte, bireysel ilişkilere yoğunluk kazandırmak için roman kişilerinin toplumdan soyutlanması onların yerli karakterler olarak canlanmasını engellemiştir.

Eylül (Mehmet Rauf-1900).

Mutlu bir çift olan Suat ve Süreyya’nın, hayatlarına karışan Necip adlı arkadaşlarıyla olan ilişkilerini, Suat ile Necip arasında gelişen platonik aşkın acı sonla biten öyküsünü konu olan roman, ruh çözümlemelerindeki başarısıyla, sade ve özentisiz üslubuyla edebiyatımızın ilk psikolojik romanı sayılır.

8. Sonuç

Tanzimat ile birlikte resmi bir ideoloji haline gelen Batılılaşma hareketi, 1860 sonrasında Yeni Osmanlılar’ın çabalarıyla daha da hızlanmış, Birinci Meşrutiyet ile geçici de olsa hedefine ulaşmıştır. Kısa süren Birinci Meşrutiyet’i, siyasal ve düşünsel açıdan kapalı ve durgun bir dönem olan İstibdat rejimi izlemiştir. Özgürlüklerin iyice kısıtlandığı bu dönemde toplumsal mücadelenin ve fikir hareketlerinin önündeki engeller, aydınları ve edebiyatçıları içlerine kapanmaya zorlamış; Fransa’da ortaya çıkan Parnasçılık ve Simgecilik gibi akımların da etkisiyle edebiyat, kendisine bireyin hayatını, ruhsal bunalımları, doğa betimlemelerini konu olarak almış; bu konuların ağdalı bir dille ve sanatlı bir üslupla anlatılması eğilimi güç kazanmıştır. 1896-1901 yılları arasında Servet-i Fünun dergisinde toplanan Edebiyat-ı Cedide akımına mensup şair ve yazarlar yukarıdaki eğilimi bir edebiyat anlayışı olarak geliştirmişler, “sanat sanat içindir” ilkesi doğrultusunda, toplumdan uzaklaşmakla suçlanan, ancak Batı etkisindeki yeni edebiyatın eski edebiyat karşısındaki mücadelesini başarıya ulaştıran bir akım oluşturmuşlardır.

Bu akımın amacının, toplumu değiştirmek değil, sanatı ve edebiyatı değiştirmek olduğu ve bu amacında başarılı olduğu söylenebilir.

Gerçekten de;
• Edebiyatta biçim öğesinin önemini vurgulaması,
• Romanda ve öyküde gerçekçi betimlemelere ve psikolojik çözümlemelere yer vermesi,
• Batılı roman tekniğini ilk kez başarılı biçimde uygulaması,
• Sanatçının, belli bir amaç ya da ideoloji doğrultusunda değil, doğrudan doğruya sanatsal kaygılarla ürün verebileceğini kabul ettirmesi gibi katkıları göz önüne alındığında, Edebiyat-ı Cedide’nin, adına uygun olarak, edebiyatımıza kalıcı bir yenileşme getirdiği ortaya çıkmaktadır.

Yararlanılan Kaynaklar
1. Akşin, Sina, “Düşünce ve Bilim Tarihi” TürkiyeTarihi, Yay.Yön. Sina Akşin, Cilt III, 3. B. İstanbul, Cem Yayınevi, 1993. s. 321-343.
2. Akşin, Sina, “Siyasal Tarih” Türkiye Tarihi, Yay.Yön. Sina Akşin, Cilt III, 3. B. İstanbul, Cem Yayınevi, 1993. s. 73-188.
3. Akyüz, Kenan, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri 1860–1923, İstanbul, İnkilap Kitabevi, 1995.
4. Ana Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi, 22 C. İstanbul, Ana Yayıncılık, 2000.
5. Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, 10 C. Yay. Yön. Seyfettin Gürsel, İstanbul, İletişim Yayınları, 1983.
6. Erdoğan Erbay “Tevfik Fikret”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Yay. Yön. Murat Belge, Cilt I, 4. B. İstanbul, İletişim Yayınları 2002. s.226-232.
7. Kaplan, Mehmet Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar, C.II, 5.B. İstanbul, Dergâh Yayınları, 2002.
8. Kaplan, Mehmet, Tevfik Fikret Devir-Şahsiyet-Eser, 6.B., İstanbul, Dergah Yayınları, 1998.
9. Kudret, Cevdet, Abdülhamit Döneminde Sansür, 2 C. İstanbul, Cumhuriyet Kitapları, 2000.
10. Moran, Berna Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış, C.I, 13. B. İstanbul, İletişim Yayınları 2002.
11. Naci, Fethi, 100 Soruda Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme, İstanbul, Gerçek Yayınevi, 1981.
12. Necatigil, Behçet, Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü, 6. B. İstanbul, Varlık Yayınları, 1997.
13. Taner, Refika ve Bezirci, Asım, Seçme Romanlar, 3. B. İstanbul, Varlık Yayınları, 1983.