Bu Blogda Ara

7 Şubat 2011 Pazartesi

Tanzimat Dönemi Türk Romanı

1. Giriş
Bu incelemede, Tanzimat döneminin Batılılaşma yönündeki genel eğiliminin, Türk edebiyatına, özellikle de bu dönemde ortaya çıkan roman türüne etkilerinin ortaya konulması amaçlanmıştır.


2. Tanzimat Döneminde Siyasal ve Düşünsel Ortam
Tanzimat; Osmanlı Devleti’nin, güçsüz durumda olduğu bir dönemde, Rusya ve Avusturya İmparatorluklarına karşı İngiltere ve Fransa ile girdiği siyasal ve ekonomik bir ittifak olarak görülebileceği gibi, geçmişi 18. yüzyıl başlarına kadar giden batılılaşma, çağdaşlaşma, demokratikleşme çabalarının önemli bir aşaması olarak da görülebilir. Bir başka açıdan Tanzimat, özellikle azınlıkların haklarını güvence altına almayı amaçlayan bir anayasadır. Her alanda dışa dönüş, dışa açılış hareketi olan Tanzimat ile birlikte batı uygarlığına ait değerler, İslami değerlerin yanında resmi bir ideoloji durumuna gelmiştir.

Batılılaşma çabaları kapsamında, eğitimde de batılı yöntemler benimsendi. Batı’dan öğretmenler getirildi. Yüksek okullarda yabancı dil öğretildi ve Avrupa’ya öğrenciler gönderildi. Yabancı dil öğrenenler ve Avrupa’ya öğrenime gidenler, yalnız öğrenim gördükleri alanın kaynaklarından değil, Avrupa düşünce ve sanat dünyasının öteki kaynaklarından da yararlanma olanağı buldular. Bununla birlikte temel olarak İran ve Arap kültürüyle yetişmiş olan Osmanlı aydınlarının Batılı bilgi ve düşünce biçimini benimsemeleri kolay değildi. Bu nedenle Tanzimat aydını, hiçbir zaman tam anlamıyla batılı bir aydın olamadı.

Öyleyken, Tanzimat aydınının düşünce sistemine yön veren başlıca ilkeler; uygarlık ve ilerlemeden yana olmak, bilimden yana olmak, yasa ve düzenden yana olmak, özgürlük ve demokrasiden yana olmaktı. Bu ilkelere göre; uygarlık ve ilerleme ile İslam arasında herhangi bir çelişki yoktur. Avrupa uygarlığı ve bilimi Müslümanların “yitik malı”dır, geçmişte Avrupa’nın İslam’dan devralıp geliştirdiği miras şimdi tekrar İslam dünyasına ithal edilebilir. Uygarlığın bütün nimetlerinin ortaya çıkışı bilim ve akla bağlıdır. Bunlar, Müslüman halkın zihniyet ve dinini değiştirmeden benimsenebilir. Bu amaçla genel kamu eğitimine önem verilmelidir. Temel hakların güvence altına alındığı, parlamenter bir demokrasi oluşturulmalıdır.

Buradan da anlaşılacağı gibi, Tanzimat aydınlarının batılılaşmaya olan yaklaşımı, sosyoloji ve ekonomi perspektifinden uzak, siyaset ağırlıklı bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım, siyasetin ekonomiden teknolojiye her şeyi kurmaya ve düzenlemeye yeterli olduğu öngörüsüne dayanmaktadır.

3. Tanzimat Dönemi Edebiyatı

3.1. Dilde ve Edebiyatta Yenileşme Çabaları
Tanzimat dönemi edebiyatçıları, batı kültürüyle yetişmiş, batı edebiyatının ürünlerini tanımış aydınlar arasından çıkmıştır. Tanzimat aydınları, genel yaklaşımları gereği batı uygarlığının değerlerini eğitim ve edebiyat aracılığıyla halka aktarma amacını taşıdıklarından, öncelikle dilde sadeleşmeyi savundular. Bir bakıma Türkçe’yi bir varolma sorunu olarak benimsediler. Bu alandaki çabalara örnek olarak, Şinasi ve Agah Efendi’nin ilk Türkçe gazete olan Tercüman-ı Ahval’i çıkarmaları (1860), Şemseddin Sami’nin sözlük ve çeviri çalışmaları gösterilebilir.

Dilde yenileşme, edebiyattaki yenileşme hareketinin de temelini oluşturuyordu. Şinasi ve Namık Kemal başta olmak üzere, dönemin edebiyatçıları, divan edebiyatının halktan uzak ağır anlatım biçiminden uzaklaşılmasını, “toplum için sanat” anlayışı doğrultusunda yeni bir dil ve anlatım biçimi benimsenerek, yazı dilinin günlük konuşma diline yaklaştırılmasını savunuyorlardı.

3.2. Tanzimat Döneminde Ortaya Çıkan Yeni Edebi Türler
Batıya yönelişle birlikte, divan edebiyatında bulunmayan makale, anı, eleştiri, öykü, roman, tiyatro gibi türler de Tanzimat edebiyatına girdi.

Bu çalışmada, söz konusu türlerden yalnız roman üzerinde durulacaktır.

3.2.1. Roman Türünün Gelişimi
Batıda 18. yüzyılda ortaya çıkmış olan roman türünün Türkiye’ye geç gelmesini Fethi Naci, Ahmet Hamdi Tanpınar’a atıfla, Osmanlı toplum yapısında birey-insanın yetişmemesine, kadın ve erkeğin bir arada yaşamamasına ve aydınların toplumdan kopuk olmasına bağlamaktadır.

Türk edebiyatında Tanzimat öncesi dönemde, öykü anlatımı divan edebiyatında şiir (mesnevi) biçiminde, halk edebiyatında da sözlü anlatım ya da düzyazı biçiminde yapılıyordu. Bu konuda divan edebiyatından, Leyla ile Mecnun, Yusuf ile Züleyha, Hüsrev ve Şirin; halk edebiyatından da Tahir ile Zühre, Kerem ile Aslı, Battal Gazi gibi öyküler örnek gösterilebilir. Bu öykülerde masal unsurları ve romantik aşklar ağır basıyordu.

Türk edebiyatına roman türünün girmesi, önce çevirilerle oldu. İlk çevrilen roman ise Fransız yazar François Fenelon’dan Yusuf Kamil Paşa’nın çevirdiği Telemak adlı yapıttır. Diğer bazı çeviriler arasında aşağıdaki romanlar sayılabilir.

o Hugo-Sefiller (1862),
o Defoe-Robinson Crusoe (1864),
o A.D.Pere-Monte Kristo (1871),
o Chateaubiriand-Atala (1872)
o Saint Pierre-Poul ve Virgini (1873)
o Jüles Verne’den yapılan çeviriler.

On dokuzuncu yüzyıl ortalarında o zamana kadar sözlü edebiyatta kalmış masalların yazılı olarak okura sunulmaları da romana geçişin bir aşaması sayılabilir. Bunlara örnek olarak, Hançerli Hanım (1851-1852) ile Letaifname (1852) gösterilebilir.

Çeviri romanlardan sonra, bunların tekniği taklit edilmek suretiyle ilk telif romanlar yazılmaya başlanmıştır. İlk yerli romanlar, genellikle bir aşk hikayesi anlatır. Kahramanlar önce birbirlerine aşık olurlar, sonra ayrılırlar, daha sonra da kavuşma savaşımı verirler. Bu ilk romanlarda, romantik anlatımın ilkel biçiminin ve Tanzimat öncesinden devralınan anlatı geleneğinin izleri görülür. Toplumsal sorunlara yüzeyden bakılır. İnsan tüm boyutlarıyla ele alınmaz. Güçlü tipler yoktur. İnsan ilişkilerinde yapaylık egemendir ve sonuç, çoğunlukla ölümle biter.

3.2.2. Tanzimat Döneminin Başlıca Romanları

Taaşşuk-i Talat ve Fitnat (Şemseddin Sami, 1872)
İlk Türk romanı olarak kabul edilir. Romantik bir aşk romanıdır. Görücü usulü ile evlenmenin kötülüğüne vurgu yapılan romanda; rastlantılara dayalı bir olay örgüsüne, meddah geleneğine benzer bir anlatım tekniğine yer verilmiş, genel olarak konuşma diline yakın sade ve süssüz bir dil kullanılmıştır.

Felatun Bey ile Rakım Efendi (Ahmed Midhat, 1875)
Türk edebiyatının ilk batılı roman örneklerinden biridir. Romanda, batı özentisi içindeki Mustafa Meraki Bey’in oğlu Felatun Bey’le, bir kavasın oğlu olan ve küçükken babasını kaybettiği halde ciddi, sorumluluk sahibi bir kişiliğe sahip olan Rakım Efendi’nin yaşama biçimleri arasındaki karşıtlık gösterilerek, o dönemde Türk toplumu için büyük önem taşıyan batılılaşma sorunu ele alınır. Ortaya konulan temel karşıtlık, Felatun ve Rakım’ın temsil ettikleri tembellik ve israf ile çalışkanlık ve tutumluluk arasındadır.

Mehmet Kaplan’ın ifadesiyle: “Felatun Bey’le Rakım Efendi romanı,…zengin muhtevalı ve hayatın sıcaklığıyla dolu bir romandır. O, estet olmayan orta okuyucu zümresi tarafından, bugün de zevkle okunabilecek bir eserdir.”

İntibah (Namık Kemal, 1876)
Zengin bir ailenin iyi eğitim görmüş oğlu Ali Bey’in Mehpeyker adlı bir fahişeye olan aşkının trajik öyküsünü anlatan roman, abartılı bir romantizm ile yazılmıştır. Olayların gelişigüzel sıralandığı, melodramatik öğelerin bolca yer aldığı, gerçekçilikten uzak bir romandır. Edebiyatımıza dış çevre betimlemelerini sokan romanın dili ağdalıdır.

Cezmi (Namık Kemal, 1880)
Kırım şehzadelerinden Adil Giray’ın hayat öyküsünü anlatan roman, edebiyatımızdaki ilk tarihsel roman olarak kabul edilir.

Sergüzeşt (Samipaşazade Sezai, 1888)
Bir paşazade (Celal) ile bir cariyenin (Dilber) konak ortamında geçen aşk öyküsünü anlatırken köleliğe karşı koyar. Türk edebiyatında romantizmden gerçekçiliğe geçişin başarılı örneklerinden sayılır.

Zehra (Nabizade Nazım,1896)
Romanda, zengin bir ailenin kızı olan, ancak küçük yaşta annesini yitirdiğinden ruhsal sıkıntıları olan Zehra’nın iki evliliğinde de mutlu olamayışı konu edilir.

Hem olayların geçtiği çevreyi, hem de kişilerin ruh durumlarını başarıyla betimleyen roman, gerçekçi romanın ilk örneklerinden olduğu gibi, ilk psikolojik roman denemelerinden biri olarak da kabul edilebilir.

Araba Sevdası (Recaizade Mahmud Ekrem, 1896).
Bir Osmanlı paşasının oğlu olan, şımarık ve alafranga özentili, ama çekingen Bihruz Bey’in, sevdiği kıza yakınlaşma çabalarının anlatıldığı roman, gözlemlere dayanılarak realist bir yöntemle yazılmıştır. Bu niteliğiyle Türk edebiyatında gerçekçi romanın bir örneği sayılabilir. Yazar, bu romanında, Batı etkisindeki Tanzimat döneminin ekonomik ve toplumsal koşulları sonucu ortaya çıkan köksüz, Batı özentisi, tüketime dönük kentli tipini ustalıkla anlatmış, gerçekçi betimlemeler yapmıştır. O zamana kadar edebiyatımızda görülmeyen iç monolog ve bilinç akışı tekniğini kullanmasıyla da diğer romanlardan ayrılır.

3..3. Tanzimat Romanında Batılılaşma Sorunsalı
Batıdan alınarak toplumumuza mal edilmesi amaçlanan değerlerin bir yansıması olarak, Tanzimat romanında, evlenme usulü, kadına karşı tutum, cariyelik kurumu, ticaret anlayışı gibi toplumsal sorunlar sık sık eleştiri konusu yapılmıştır.

Tanzimat aydınlarının, bir yandan Batılı değerleri benimserken, bir yandan da İslamlık ve Osmanlılık değerlerine bağlı kalmaları bir “kültür ikileşmesi” yarattı. Bu ikiliğin önemli sonuçlarından biri, toplumun üst ve alt tabakaları arasındaki kopukluğun daha da derinleşmesi oldu. Söz konusu değer karmaşası, yani Batılılaşma karşısında alınan tavır, doğuşundan başlayarak, Tanzimat dönemi romanının en önemli sorunsalı oldu

Berna Moran’ın sözleriyle: “…Batı-Doğu karşıtlığı romanda eski kafa/yeni kafa, idealist/materyalist, gelenekçi/Batıcı,…gibi karşıtlıklar biçiminde somutlaşır.”

Batılılaşma hareketinin romanımız üzerindeki bu etkisi, kendisi de batıdan alınan roman türünün gelişiminde; roman kişilerinin çok yönlü, derin ve karmaşık karakterler düzeyine erişememeleri sonucuna yol açmıştır.

Jale Parla ise, Batılılaşma yönünde yürütülecek bir yenileşme hareketinin, temelde Doğu’nun dünya görüşüne dayalı olması gerektiğini düşünen Tanzimat yazarlarının; bu dünya görüşünü, toplum düzeyinde padişah, aile düzeyinde baba, edebiyat düzeyinde yazar tarafından korunmaya muhtaç bir çocuk olarak gördüklerini belirtmekte ve Tanzimat dönemi romanının, bu anlayış doğrultusunda biçimlendiğini ileri sürmektedir. Parla’ya göre bu durum, Batı romanının ampirik pozitivist bir bilgi kuramına, Tanzimat romanının ise İslam felsefesine dayalı mutlakçı ve verili bir bilgi kuramına dayanmasından kaynaklanmaktadır. Söz konusu karşıtlık, Tanzimat romanında; Batı romanından farklı bir gerçekçilik ve kişileştirme anlayışına, olayların hep bir “iyi-kötü” zıtlaşmasıyla ele alınmasına ve yazarın roman metnine çok daha fazla müdahil olmasına yol açmıştır.

Buradan da anlaşılacağı gibi, Jale Parla’nın yorumunda da, Tanzimat romanının belirleyici unsuru ya da sorunsalı, Berna Moran’da olduğu gibi, Batı düşünce sistemiyle Doğu düşünce sisteminin birbiriyle olan karşıtlığı olarak tanımlanmaktadır.

4. Sonuç
Siyasal ve yönetsel alanda Batılılaşmak isteyen Osmanlı Devleti, bu isteğini Tanzimat Fermanı ile somut bir belgeye bağlamış ve bir dizi yenileşme hareketlerine girişmişti. Batı’da öğrenim gören, yabancı dil bilen aydınlar da Tanzimat ortamında, Batılılaşma düşüncesinin başta gelen savunucuları oldular.

Tanzimat aydınları arasından çıkan dönemin edebiyatçıları, dilde sadeleşme hareketini başlatarak, edebiyatı, toplumun Batılı değerler doğrultusunda eğitilmesi yolunda bir araç olarak kullanmayı hedeflediler.

Tanzimat ile birlikte Batı’dan alınan yeni edebi türler, bu arada roman türü, Tanzimat yazarlarınca söz konusu hedef doğrultusunda geliştirildi.

Tanzimat aydınları, Batılılaşma düşüncesini benimserken, İslam ve Osmanlı birikiminin düşünce sisteminin Batılılaşma ile çelişkili olmadığı kanaatini taşıyorlardı. Bu biçimde; kültürel, bilimsel ve ekonomik temellerinden soyutlanmış bir Batılılaşma düşüncesi, Tanzimat dönemi aydınlarının en önemli çelişkisini oluşturuyordu.

Söz konusu çelişki, Tanzimat romanının en önemli sorunsalı olarak belirdi. Batı ve Doğu değerleri arasındaki karşıtlık birebir romana da yansıdı.

Batılılaşma hareketinin romanımız üzerindeki bu etkisi, kendisi de batıdan alınan roman türünün, bir bakıma köksüz kalmasına, ayaklarının tam yere basamamasına yol açtı.

Yararlanılan Kaynaklar

1. Akyüz, Kenan, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri 1860-1923, İstanbul, İnkilap Kitabevi, 1995.
2. Ana Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi, 22 C. İstanbul, Ana Yayıncılık, 2000
3. Çetinsaya, Gökhan, “Kalemiye’den Mülkiye’ye Tanzimat Zihniyeti,” Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Yay. Yön. Murat Belge , Cilt I, 4. B., İstanbul, İletişim Yayınları.
4. Finn, Robert P. Türk Romanı İlk Dönem 1872-1900, Ankara, Bilgi Yayınevi 1984.
5. Kaplan, Mehmet Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar, C.II, 5.B. İstanbul, Dergah Yayınları, 2002.
6. Karal, Enver Ziya, Tanzimat-ı Hayriye Devri, İstanbul, Cumhuriyet Kitapları, 1999.
7. Kurdakul, Şükran, Çağdaş Türk Edebiyatı Cilt I, 4.B, İstanbul, Bilgi Yayınevi, 1994.
8. Moran, Berna Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış, C.I, 13. B. İstanbul, İletişim Yayınları 2002.
9. Naci, Fethi, 100 Soruda Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme, İstanbul, Gerçek Yayınevi, 1981.
10. Parla, Jale Babalar ve Oğullar Tanzimat Romanının Epistemolojik Temelleri, 3. B. İstanbul, İletişim Yayınları, 2002.
11. Taner, Refika ve Bezirci, Asım Seçme Romanlar, 3. B. İstanbul, Varlık Yayınları, 1983.
12. Yurdaydın, Hüseyin, “Tanzimat Dönemi,” Türkiye Tarihi, Yay.Yön. Sina Akşin, Cilt III, 3. B. İstanbul, Cem Yayınevi, 1993.