Bu Blogda Ara

13 Mart 2014 Perşembe

BİR BİSİKLETİM OLSA

Biliyor musun, benim hiç bisikletim olmadı. Ne çocukluğumda ne de gençliğimde. Bugün artık koca bir adamım, hâlâ bisikletim yok.

Yine de bisikletli bir çocukluktu, yaşadığım. Babam işine bisikletle giderdi. Güneybatı Anadolu’nun altmışlarda henüz bu kadar büyümemiş o şehrinde, bir kira evinde otururduk. Her sabah bisikletini alıp çalıştığı fabrikaya doğru yola çıkmadan önce, annem, babamın sırtına bir havlu koyardı, hasta olmasın diye. İşten döndüğünde, terden ıslanmış çamaşırlarının yerine yenilerini giydirirdi.


Senin baban neyle giderdi işine?

Şehrimizin caddelerinde, faytonlarla kuyruklu taksilerin ve az sayıda özel arabanın dışında taşıt aracı görülmezdi o yıllarda.

Siz de akşamları çay bahçelerinden faytonla mı dönerdiniz evinize? Yürüyerek dönüyorsanız sen de tutturur muydun vitrinde gördüğün oyuncağı aldırmak için? Sizin şehrinize de gelir miydi Gönül Yazar, konser vermeye? 

İlkokul çağına geldiğimde, her çocuk gibi ben de bir gün bana bisiklet alınacağı hayaliyle yaşamaya başladım. Gel gör ki Personel Kanunu çıkmamıştı daha. Personel Kanunu bir çıksa neler olacaktı neler… Babamın maaşı ikiye katlanacaktı, kendi evimizi alacaktık, benim de bir bisikletim olacaktı. Personel Kanunu, yıllar geçtikten sonra çıktı çıkmasına ama onun boş bir umut olduğu çabuk anlaşıldı.

Sen de bisiklet hayalleri kurdun mu çocukluğunda? Senin şehrinde de fabrika işçileri Personel Kanunu’ndan medet umarlar mıydı? Sizde de elektrikler gece yarısı kesilir miydi? Yaz düğünleri, yerlerine çakıl taşı serilmiş düğün bahçelerinde mi yapılırdı sizin orada da? Davul zurna yerine ilahilerle gelin gidenler olur muydu senin doğduğun yerlerde de?

Bir dönem de ülkemizin Ortak Pazar’a gireceği beklentisiyle avunacaktık. Bu kez gözümüzü daha yukarılara dikecektik: Avrupalıların seviyesinde bir gelir, evler, arabalar, yazlıklar… Bisiklet, hayali kurulacak bir şey olmaktan çıkıverecekti bir anda.

Dördüncü sınıfa geldiğimde “Hep Başbakan”a bir mektup yazdım. Bana bir bisiklet göndermesini istiyordum. Koskoca başbakan, bir emir verir, bisikletim kapımıza gelirdi. Günlerce, aylarca bisikletimin yolunu gözledim. Ne gelen vardı, ne giden.

Baktım olacak gibi değil, para kazanmaya karar verdim. Babamın çalıştığı fabrikanın kapısında bir gazete tezgâhı açtım. Okuldan arta kalan zamanlarda tezgâhın başına geçiyor, vardiya bitiminde ya da mesai sonunda fabrikadan çıkan işçilere ve memurlara gazete, dergi, ansiklopedi fasikülü satıyordum. Çoğunu da abone yapmıştım. Ay başlarında fabrika içine giriyor; bürolarda, atölyelerde abone paralarını topluyordum. 

Gazete satıcılığından kazandığım para da yaramadı bisiklet almaya. İşin içine okuma tutkusu girdi; bisiklet yerine, sattığım Meydan-Larousse, Hayat, Cumhuriyet, İnsan Vücudu ansiklopedilerinin her birinden birer adet edinmeyi yeğledim. Artık bir kütüphane düzmek, bisiklet almaktan daha öncelikliydi benim için.

Sen de yaşadın mı, o fasikül fasikül biriktirilen ansiklopedilerin ciltçiden çıkmasını beklerken duyulan heyecanı? Sevgilim, senin yaşadığın semtlere de aşklar ve evlilikler gibi ölümler de erkenden mi geldi? Ölenler, giderken bütün bir semti, bütün bir şehri de götürdüler mi yanlarında?

Ah canım, bir bisikletim olsa da altmışların küçük şehirlerine, çocukluğumuza doğru bir yolculuğa çıkarabilsem seni…