Bu Blogda Ara

9 Haziran 2015 Salı

Cengiz Aytmatov'un "Beyaz Gemi" Adlı Romanı


 
 

Yazarı:                                    Cengiz Aytmatov

Türkçeye Çeviren:                  Refik Özdek

Türü:                                       Roman

İlk Basım Tarihi:                    1970

İncelenen Baskı:                     Ötüken Yayınları, 16. Basım

Yayın Yeri ve Tarihi:             İstanbul, 2008

Sayfa Sayısı:                          166

 

Yazar:           

Kırgızistanlı yazar Cengiz Aytmatov, 1928–2008 yılları arasında yaşamıştır. Rusça ve Kırgızca yazan Aytmatov’un en önemli eserleri arasında, Dağlardan ve Bozkırlardan Masallar, Zorlu Geçit, Yüzyüze, Gülsarı, Beyaz Gemi, İlk Öğretmenim, Cemile, Selvi Boylum Al Yazmalım sayılabilir. İşlediği başlıca temalar, aşk, dostluk, savaş döneminin acıları ve kahramanlıkları ile Kırgız gençliğinin gelenek ve görenek baskısından kurtulmasıdır.

 

Romanın Konusu ve Özeti:

Romanın kahramanı, o yıl yedi yaşını bitirmiş, sekiz yaşına basmış bir erkek çocuktur. Olaylar, Kırgızistan’da Isık Göl yakınlarındaki bir ormanlık alanda geçer.

 

Her şey çocuğa bir okul çantası alınmasıyla başladı. Çocuk, orman korucularının oturduğu Sun-Taş vadisinde yaşıyordu. Burada sadece üç aile otururdu. Evlerden birinde çocuk, dedesi ve ninesiyle birlikte yaşıyordu. İkinci ev, çocuğun teyzesi Bekey ile eşi orman şefi Orozkul’a aitti. Üçüncü evde ise orman işçisi Seydahmet, karısı Gülcemal ve küçük kızları oturuyordu.

 

Üç ailenin tek oğlan çocuğu oydu. Hayvanlarla, bitkilerle, kayalarla, vadiden akan dereyle, hatta bulutlarla bile dostluk ederdi. Doğa ile baş başa bir hayatı vardı. Doğayı çok iyi tanırdı. Yaz aylarında dereye girer, yüzerdi. Dedesi, çocuğun akıntıya kapılmaması için derenin bir bölümünü taşlarla çevirmiş, onun yüzebileceği bir gölcük oluşturmuştu.

 

Doğa ile olan dostluğu dışında tek eğlencesi, zaman zaman arabasıyla vadiye gelen gezgin satıcıydı. O gün dedesi, yakında okula başlayacağı için, torununa gezgin satıcıdan bir okul çantası almıştı.

Orman şefi Orozkul ile karısı Bekey’in çocukları olmuyordu. Bu yüzden Orozkul karısını suçluyor, içip içip onu dövüyordu. Bu durum en çok çocuğun dedesini üzüyordu. Çünkü Bekey teyze, dedesinin kızıydı.

 

Çocuğun dedesinin adı Mümin’di. Vadinin alt kısmındaki köyde yaşayanlar ona Kıvrak Mümin adını takmışlardı. Çünkü Mümin, herkese yardım etmeyi seven, elinden her iş gelen, kimseden bir şey beklemeyen, alçakgönüllü bir adamdı. Askerliğini bitirdiğinden bu yana ormancılık yapardı. Her ne kadar yardımcı işçi ise de tomrukların taşınması da dâhil ormandaki her işle o uğraşırdı. Damadı olan orman şefi Orozkul ziyafetlerde gönül eğlendirir, üstleri denetim için geldiğinde onlara ormanı gezdirirdi. Orman işçisi Seydahmet ise beceriksizin biriydi.

 

Çocuğun hayatta en sevdiği kişi dedesiydi. Dedesinin iki kızı vardı. Biri Bekey teyze, biri de çocuğun annesi. Çocuk ne annesini tanıyordu, ne babasını. Çocuk daha çok küçükken, gemici olan babası onları terk etmiş, başka bir kadınla evlenmişti. Annesi de, çocuğu dedesine bırakıp çalışmak için şehre gitmiş, orada bir fabrikada iş bulmuştu. O da başka bir erkekle evlenmiş, iki kızı olmuştu. Çocuğun nine dediği kadın, aslında onun öz ninesi değildi. Mümin dede, ilk karısı ölünce bu kadınla evlenmişti. Nine, anne-babasının çocuğu terk edip gitmelerine kızıyor, çocuğa da soğuk davranıyordu.

 

Çocuk arada bir dağın yamacına tırmanır, dürbünüyle manzarayı seyrederdi. Uzaktan Isık Göl görünüyordu. Deniz kadar büyük bir göldü bu. Akşamüstü gün batımı saatlerinde gölden beyaz bir gemi geçerdi. Çocuk, babasının o gemide çalıştığını hayal ederdi. Başka bir hayali de bir gün balık olmak, dereyi yüzerek geçip göle ulaşmak ve o beyaz gemiye binmekti. Böylece babasına kavuşacaktı.

 

Uzun ve soğuk kış gecelerinde Mümin dede çocuğa bir masal anlatırdı. Bu, bir geyiğin masalıydı. Masalın adı “Boynuzlu Maral Ana” idi. Masal şöyleydi:

 

“Çok eski zamanlarda Kırgızlar, Sibirya’da Yenisey nehri kıyısında yaşarlarmış. Bir gün Kırgızlar ölen yaşlı birine cenaze töreni yaparlarken, düşman kabilenin baskınına uğramışlar. O baskında Kırgızların hepsi öldürülmüş. O sırada ormana saklanmış olan biri kız, biri erkek iki Kırgız çocuk, düşmandan gizlenip sağ kalmayı başarmışlar. Yürüyerek oradan uzaklaşmışlar. Yolda giderlerken bir dişi geyikle karşılaşmışlar. Boynuzlu Maral Ana adındaki dişi geyik, çocukları Sibirya’dan çok uzak bir yere, Isık Göl’ün bulunduğu ülkeye getirmiş. Onları sütüyle besleyip büyütmüş. Isık Göl’ün bulunduğu ülke Kırgızların yeni yurdu olmuş. Kız ile oğlan büyüyünce birbirleriyle evlenmişler, çocukları olmuş. Böylece Kırgızlar giderek çoğalmışlar. Önceleri geyikler kutsal sayıldıklarından onlara kimse dokunmazmış. Ancak bir gün babası ölen bir Kırgız beyi, babasının mezarına, saygı ifadesi olarak bir geyik boynuzu koymak istemiş ve boynuzlu bir geyiği öldürmüş. Bunun ardından büyük bir geyik kırımı başlamış ve geyiklerin soyu tükenmiş. İnsanlara küsen Boynuzlu Maral Ana ise, son kalan yavrularını toplayıp oradan uzaklaşmış, başka dağlara göç etmiş. “

 

Bu arada çocuk okula başladı. Mümin dede, çocuğu her gün sabah atla okula götürüyor, öğleden sonra da getiriyordu. Çocuk okulunu ve öğretmenini çok seviyordu.

 

Bir sonbahar günü Orozkul ile Mümin dede, ormandan kestikleri bir çam tomruğunu aşağıya indiriyorlardı. Orozkul, tomruğu, Koketay adında, tarım kooperatifinde muhasebeci olarak çalışan birine teslim edecekti. Adam, evlenecek olan küçük oğluna bir ev yapacağı için tomruğa ihtiyaç duymuş, bir ziyafet karşılığında Orozkul, tomruğu ona vermeye razı olmuştu. Tam tomruğu aşağıya indirirlerken üç geyik gördüler. Mümin dede, onları görünce çok heyecanlandı. Boynuzlu Maral Ana’nın döndüğüne inandırdı kendini. Orozkul’un ise böyle şeylere hiç inancı yoktu. Mümin dede, torununu okuldan almaya gittiğinde ona maralların döndüğü müjdesini verdi. Akşamüstü çocuk üç geyiği derenin kıyısında gördü. Bunlar, bir erkek ve bir dişi geyik ile onların yavrularıydı. Çocuk da dedesi gibi, dişi geyiğin Boynuzlu Maral Ana olduğuna inanıyordu.

 

Tomruğu teslim alacak olan Koketay,  bir kamyonla vadiye geldi. O, kamyon şoförü, Orozkul, Seydahmet ve Mümin dede, tomruğu kamyona yüklemek üzere dere kıyısına indiler. O gün çocuk hasta olduğundan okula gidememiş, evde uyuyordu. Adamlar, tomruğu kamyona yükleyecekleri sırada, dereden su içmeye gelen geyikleri gördüler. Geyiklerin semizliği, Mümin dede dışındaki adamların ağzını sulandırmıştı.

 

Çocuk uykusunda bir tüfek sesi duydu. Uyandığında dedesinin, bahçedeki ocakta et pişirdiğini gördü. Öbür adamlar ile kadınlar ise bir ziyafete hazırlanıyorlardı. İçkiler içiliyor, sofralar kuruluyordu. Herkes neşe içindeydi. Çocuk, bir kenarda Boynuzlu Maral Ana’nın kesik başını görünce her şeyi anladı. Çocuğu Orozkul’un evinde bir yatağa yatırdılar. Etler pişince herkes iştahla yemeğe başladı. Boynuzlu Maral Ana’nın etini herkes çok beğenmişti. Çocuk ise bir şey yemiyor, midesi bulanıyordu. Bu sırada Seydahmet, geyiği nasıl avladıklarını anlatıyordu. Önce Mümin dede, geyiklerin avlanmasına karşı çıkmış, ancak Orozkul’un emri üzerine, onu kızdırmamak için, “bağışla beni Maral ana” diyerek tüfekle dişi geyiği vurmuştu. Bu av hikâyesi anlatılırken, çocuk yavaşça yatağından çıktı, dereye doğru koşmaya başladı. Eskiden beri kurduğu balık olma hayalini gerçekleştirmeye karar vermişti. Balık olup Isık Göl’e kadar yüzecek, Beyaz Gemiye ve babasına kavuşacaktı. Kendini derenin hızla akan sularına bıraktı. Sürüklendi gitti.

 

Değerlendirme:

Beyaz Gemi, anasız babasız büyüyen bir çocuğun doğayla iç içe yaşamını anlatır. Çocuğun en yakın dostu dedesidir. Dedesiyle paylaştığı geçmiş zaman masallarına ne kadar inanıyorsa, bir gün babasına kavuşacağına da içtenlikle inanır. Ancak romanın sonunda, dedesi, hayatın acımasız gerçeklerine boyun eğerek hem çocuğa, hem de onunla paylaştıkları inanç ve değerlere ihanet eder. Çocuk bu durumu kabullenmez ve hayalleri uğruna ölüme gider.

 

Romanın mutsuz bir son ile bitmesi, umutların tükendiği anlamına gelmez. Çocuğun, ölümü bile göze alarak hayallerinin peşinden gitmesi, geleceğe iyimser bakmayı öğütleyen bir mesaj olarak algılanabilir.