Yazarı: Cengiz
Aytmatov
Türkçeye
Çeviren: Refik Özdek
Türü: Roman
İlk Basım
Tarihi: 1970
İncelenen Baskı:
Ötüken Yayınları, 16.
Basım
Yayın Yeri ve
Tarihi: İstanbul, 2008
Sayfa Sayısı: 166
Yazar:
Kırgızistanlı
yazar Cengiz Aytmatov, 1928–2008 yılları arasında yaşamıştır. Rusça ve Kırgızca
yazan Aytmatov’un en önemli eserleri arasında, Dağlardan ve Bozkırlardan Masallar, Zorlu Geçit, Yüzyüze,
Gülsarı, Beyaz Gemi, İlk Öğretmenim, Cemile, Selvi Boylum Al
Yazmalım sayılabilir. İşlediği başlıca temalar, aşk, dostluk, savaş
döneminin acıları ve kahramanlıkları ile Kırgız gençliğinin gelenek ve görenek
baskısından kurtulmasıdır.
Romanın Konusu ve Özeti:
Romanın
kahramanı, o yıl yedi yaşını bitirmiş, sekiz yaşına basmış bir erkek çocuktur.
Olaylar, Kırgızistan’da Isık Göl yakınlarındaki bir ormanlık alanda geçer.
Her şey çocuğa
bir okul çantası alınmasıyla başladı. Çocuk, orman korucularının oturduğu
Sun-Taş vadisinde yaşıyordu. Burada sadece üç aile otururdu. Evlerden birinde
çocuk, dedesi ve ninesiyle birlikte yaşıyordu. İkinci ev, çocuğun teyzesi Bekey
ile eşi orman şefi Orozkul’a aitti. Üçüncü evde ise orman işçisi Seydahmet,
karısı Gülcemal ve küçük kızları oturuyordu.
Üç ailenin tek
oğlan çocuğu oydu. Hayvanlarla, bitkilerle, kayalarla, vadiden akan dereyle,
hatta bulutlarla bile dostluk ederdi. Doğa ile baş başa bir hayatı vardı.
Doğayı çok iyi tanırdı. Yaz aylarında dereye girer, yüzerdi. Dedesi, çocuğun
akıntıya kapılmaması için derenin bir bölümünü taşlarla çevirmiş, onun yüzebileceği
bir gölcük oluşturmuştu.
Doğa ile olan
dostluğu dışında tek eğlencesi, zaman zaman arabasıyla vadiye gelen gezgin
satıcıydı. O gün dedesi, yakında okula başlayacağı için, torununa gezgin
satıcıdan bir okul çantası almıştı.
Orman şefi
Orozkul ile karısı Bekey’in çocukları olmuyordu. Bu yüzden Orozkul karısını
suçluyor, içip içip onu dövüyordu. Bu durum en çok çocuğun dedesini üzüyordu.
Çünkü Bekey teyze, dedesinin kızıydı.
Çocuğun
dedesinin adı Mümin’di. Vadinin alt kısmındaki köyde yaşayanlar ona Kıvrak
Mümin adını takmışlardı. Çünkü Mümin, herkese yardım etmeyi seven, elinden her
iş gelen, kimseden bir şey beklemeyen, alçakgönüllü bir adamdı. Askerliğini
bitirdiğinden bu yana ormancılık yapardı. Her ne kadar yardımcı işçi ise de
tomrukların taşınması da dâhil ormandaki her işle o uğraşırdı. Damadı olan
orman şefi Orozkul ziyafetlerde gönül eğlendirir, üstleri denetim için
geldiğinde onlara ormanı gezdirirdi. Orman işçisi Seydahmet ise beceriksizin
biriydi.
Çocuğun hayatta
en sevdiği kişi dedesiydi. Dedesinin iki kızı vardı. Biri Bekey teyze, biri de
çocuğun annesi. Çocuk ne annesini tanıyordu, ne babasını. Çocuk daha çok
küçükken, gemici olan babası onları terk etmiş, başka bir kadınla evlenmişti.
Annesi de, çocuğu dedesine bırakıp çalışmak için şehre gitmiş, orada bir
fabrikada iş bulmuştu. O da başka bir erkekle evlenmiş, iki kızı olmuştu.
Çocuğun nine dediği kadın, aslında onun öz ninesi değildi. Mümin dede, ilk
karısı ölünce bu kadınla evlenmişti. Nine, anne-babasının çocuğu terk edip gitmelerine
kızıyor, çocuğa da soğuk davranıyordu.
Çocuk arada bir
dağın yamacına tırmanır, dürbünüyle manzarayı seyrederdi. Uzaktan Isık Göl
görünüyordu. Deniz kadar büyük bir göldü bu. Akşamüstü gün batımı saatlerinde
gölden beyaz bir gemi geçerdi. Çocuk, babasının o gemide çalıştığını hayal
ederdi. Başka bir hayali de bir gün balık olmak, dereyi yüzerek geçip göle
ulaşmak ve o beyaz gemiye binmekti. Böylece babasına kavuşacaktı.
Uzun ve soğuk
kış gecelerinde Mümin dede çocuğa bir masal anlatırdı. Bu, bir geyiğin
masalıydı. Masalın adı “Boynuzlu Maral Ana” idi. Masal şöyleydi:
“Çok eski
zamanlarda Kırgızlar, Sibirya’da Yenisey nehri kıyısında yaşarlarmış. Bir gün
Kırgızlar ölen yaşlı birine cenaze töreni yaparlarken, düşman kabilenin
baskınına uğramışlar. O baskında Kırgızların hepsi öldürülmüş. O sırada ormana
saklanmış olan biri kız, biri erkek iki Kırgız çocuk, düşmandan gizlenip sağ
kalmayı başarmışlar. Yürüyerek oradan uzaklaşmışlar. Yolda giderlerken bir dişi
geyikle karşılaşmışlar. Boynuzlu Maral Ana adındaki dişi geyik, çocukları
Sibirya’dan çok uzak bir yere, Isık Göl’ün bulunduğu ülkeye getirmiş. Onları
sütüyle besleyip büyütmüş. Isık Göl’ün bulunduğu ülke Kırgızların yeni yurdu
olmuş. Kız ile oğlan büyüyünce birbirleriyle evlenmişler, çocukları olmuş.
Böylece Kırgızlar giderek çoğalmışlar. Önceleri geyikler kutsal
sayıldıklarından onlara kimse dokunmazmış. Ancak bir gün babası ölen bir Kırgız
beyi, babasının mezarına, saygı ifadesi olarak bir geyik boynuzu koymak istemiş
ve boynuzlu bir geyiği öldürmüş. Bunun ardından büyük bir geyik kırımı başlamış
ve geyiklerin soyu tükenmiş. İnsanlara küsen Boynuzlu Maral Ana ise, son kalan
yavrularını toplayıp oradan uzaklaşmış, başka dağlara göç etmiş. “
Bu arada çocuk
okula başladı. Mümin dede, çocuğu her gün sabah atla okula götürüyor, öğleden
sonra da getiriyordu. Çocuk okulunu ve öğretmenini çok seviyordu.
Bir sonbahar
günü Orozkul ile Mümin dede, ormandan kestikleri bir çam tomruğunu aşağıya
indiriyorlardı. Orozkul, tomruğu, Koketay adında, tarım kooperatifinde
muhasebeci olarak çalışan birine teslim edecekti. Adam, evlenecek olan küçük
oğluna bir ev yapacağı için tomruğa ihtiyaç duymuş, bir ziyafet karşılığında
Orozkul, tomruğu ona vermeye razı olmuştu. Tam tomruğu aşağıya indirirlerken üç
geyik gördüler. Mümin dede, onları görünce çok heyecanlandı. Boynuzlu Maral
Ana’nın döndüğüne inandırdı kendini. Orozkul’un ise böyle şeylere hiç inancı
yoktu. Mümin dede, torununu okuldan almaya gittiğinde ona maralların döndüğü
müjdesini verdi. Akşamüstü çocuk üç geyiği derenin kıyısında gördü. Bunlar, bir
erkek ve bir dişi geyik ile onların yavrularıydı. Çocuk da dedesi gibi, dişi
geyiğin Boynuzlu Maral Ana olduğuna inanıyordu.
Tomruğu teslim
alacak olan Koketay, bir kamyonla vadiye
geldi. O, kamyon şoförü, Orozkul, Seydahmet ve Mümin dede, tomruğu kamyona
yüklemek üzere dere kıyısına indiler. O gün çocuk hasta olduğundan okula
gidememiş, evde uyuyordu. Adamlar, tomruğu kamyona yükleyecekleri sırada,
dereden su içmeye gelen geyikleri gördüler. Geyiklerin semizliği, Mümin dede
dışındaki adamların ağzını sulandırmıştı.
Çocuk uykusunda
bir tüfek sesi duydu. Uyandığında dedesinin, bahçedeki ocakta et pişirdiğini
gördü. Öbür adamlar ile kadınlar ise bir ziyafete hazırlanıyorlardı. İçkiler
içiliyor, sofralar kuruluyordu. Herkes neşe içindeydi. Çocuk, bir kenarda
Boynuzlu Maral Ana’nın kesik başını görünce her şeyi anladı. Çocuğu Orozkul’un
evinde bir yatağa yatırdılar. Etler pişince herkes iştahla yemeğe başladı.
Boynuzlu Maral Ana’nın etini herkes çok beğenmişti. Çocuk ise bir şey yemiyor,
midesi bulanıyordu. Bu sırada Seydahmet, geyiği nasıl avladıklarını
anlatıyordu. Önce Mümin dede, geyiklerin avlanmasına karşı çıkmış, ancak
Orozkul’un emri üzerine, onu kızdırmamak için, “bağışla beni Maral ana” diyerek
tüfekle dişi geyiği vurmuştu. Bu av hikâyesi anlatılırken, çocuk yavaşça
yatağından çıktı, dereye doğru koşmaya başladı. Eskiden beri kurduğu balık olma
hayalini gerçekleştirmeye karar vermişti. Balık olup Isık Göl’e kadar yüzecek,
Beyaz Gemiye ve babasına kavuşacaktı. Kendini derenin hızla akan sularına
bıraktı. Sürüklendi gitti.
Değerlendirme:
Beyaz Gemi, anasız babasız büyüyen bir
çocuğun doğayla iç içe yaşamını anlatır. Çocuğun en yakın dostu dedesidir.
Dedesiyle paylaştığı geçmiş zaman masallarına ne kadar inanıyorsa, bir gün
babasına kavuşacağına da içtenlikle inanır. Ancak romanın sonunda, dedesi,
hayatın acımasız gerçeklerine boyun eğerek hem çocuğa, hem de onunla
paylaştıkları inanç ve değerlere ihanet eder. Çocuk bu durumu kabullenmez ve
hayalleri uğruna ölüme gider.
Romanın mutsuz
bir son ile bitmesi, umutların tükendiği anlamına gelmez. Çocuğun, ölümü bile
göze alarak hayallerinin peşinden gitmesi, geleceğe iyimser bakmayı öğütleyen
bir mesaj olarak algılanabilir.