Bu Blogda Ara

7 Haziran 2011 Salı

Ereğli'den İstanbul'a

Lütfen dikkat! Hostesiniz konuşuyor. Kaptanınız yarım saat yemek ve ihtiyaç molası vermiştir.

Otobüslerin hostes koltuklarında yolculuk ede ede, kendimi hostes gibi hissetmeye başladım. Kaptanın hemen yanında oturmak, bir otobüste değil de bir otomobilin ön koltuğunda, şoförün sağında oturmak gibi oluyor. Yol, önümde uzayıp gidiyor. Kaptanla sohbet ederken, zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum. Arada bir, muavin arkadan seslenip, yolculara ikram etmek üzere, ön taraftaki soğutucu bölmeden kola ve fanta çıkarmamı istiyor.


Cuma günü öğleden sonra ve akşamüstü otobüslerinde Karadeniz Ereğli'den İstanbul'a yer bulmak ne mümkün? Neyse ki, "üstün" ikna gücümü kullanıp Üstün Erçelik firmasının yetkilisini, hostes koltuğunu bana vermeye razı ediyorum.

Yolculuk sırasında bir yandan kaptanla memleket meselelerini müzakere ederken bir yandan da düşünüyorum: Acaba bu yolculuğu arkadaşlarımla paylaşırken izlenimci bir anlayışla mı anlatsam, yoksa dışavurumcu bir anlayışla mı? Acaba hangi anlayışı seçmem gerektiği hakkında kaptanın görüşünü mü alsam? Yolculuk boyunca, sinyal vermeden şerit değiştiren, kısa süreli de olsa sol şeridi işgal eden tır ve kamyon şoförleri hakkındaki "izlenimler"ini, içinde bol miktarda "s" ve "k" harflerinin bulunduğu cümlelerle "dışavuran" Trabzonlu kaptana, bu konuda bir şey sorarsam can güvenliğimin tehlikeye girebileceği düşüncesiyle, görüş almaktan vazgeçiyorum.

Soğuk ve yağmurlu bir havada İstanbul'a ve evime kavuşuyorum. İnsan en çok soğuk ve yağmurlu havalarda özlüyor evini. Eve girip kaloriferimi yakıyorum, soğuk bir bira eşliğinde yemeğimi yiyor ve "Hanımın Çiftliği"ni izliyorum. Servet-i Fünuncuların aksine, bu soğuk ve yağmurlu havada bile, yalnızlığıma rağmen intihar etmek geçmiyor aklımdan. Nitekim az sonra oğlum geliyor. Benden mutlusu yok.