1. Giriş
Bu çalışmada, ülkemiz düşünce hayatında önemli yeri olan Batılılaşma ideolojisi ve ünlü düşünce adamı Namık Kemal’in bu ideolojiyle kurduğu ilişki; “mit” ve “kahraman” kavramları ışığında ele alınacak, böylece Batılılaşmanın bir “mit”, Namık Kemal’in de bir “kahraman” olduğu gösterilmeye çalışılacaktır.
Bu amaçla öncelikle “mit” ve “kahraman” kavramları üzerinde durulacak, daha sonra bir mit olarak Batılılaşma ideolojisi tartışma konusu edilecektir.
İzleyen bölümde ise yaşam öyküsü çerçevesinde Namık Kemal’in, “Batılılaşma miti” açısından bir “kahraman” olduğuna ilişkin görüş açıklığa kavuşturulmaya çalışılacaktır.
2. Genel Olarak Mitler
Düş, kişiselleştirilmiş mittir; mit kişisellikten çıkarılmış düştür (1).
2.1. Mit
Yunanca öykü anlamına gelen ‘mythos’ sözcüğünden dilimize geçen “mit” kavramı, insanoğlunun, evreni, dünyayı, doğa olaylarını, kısaca var oluşu açıklamak amacıyla inançla bağlandığı kutsal öyküler anlamında kullanılır (2). Genellikle doğaüstü kahramanların (örneğin tanrıların) yaşadığı olağandışı olayları anlatan mitler; Carl Jung’un tanımına göre de toplumun bütününü ilgilendiren, kolektif bilinç dışının yarattığı ruhbilimsel davranış biçimleridir (3). Bu yönüyle mitler, çağdaş düş okuma bilimi psikanaliz tarafından sıkça başvurulan birer kaynaktır.
İnsanların en çok ve ilk olarak merak ettikleri şey, evrenin ve yaşamın nasıl başladığıdır. Bu nedenle evrenin yaradılışına ilişkin mitlerin (kozmogoni mitlerinin) bütün öteki mitler arasında özel bir yeri vardır (4). Kozmogoni mitleri, ırkların ve ulusların ortaya çıkış öykülerinden oluşan “türeyiş” mitlerine de kaynaklık ederler (5).
Mit bir bakıma başlangıca, kökene, öze dönüş demektir. Çünkü mitler aracılığıyla insanlar, içinde yaşadıkları evrenin ve insan soyunun ilk kez nasıl ortaya çıktığına ilişkin ”anlamlı” bir bilgi edinirler. Başlangıç ya da öz, kimi zaman Tanrı, kimi zaman cennet, kimi zaman da ana rahmidir.
Kolektif bilinç dışı tarafından yaratılmasının, dolayısıyla simgesel olarak ya da yan anlam katında okunabilmelerinin bir sonucu olarak mitler, edebiyatta da sıkça işlenir.
2.2 Rit
Topluluğun bir arada uyguladığı törensel birer davranış türü olan “rit”ler, geçmişe ilişkin kutsal birer öykü olarak mitlerin, içinde bulunulan zamanda yeniden yaşatılması, canlandırılması demektir. İnsanoğlu ritlerle, yaradılışa, var oluşa, başlangıca, öze dönüşü eylem alanına taşımakta; o kutsal öyküleri kendisi de bir birey olarak yeniden yaşamaktadır. Bu, riti uygulayan topluluğun ve bireyin, evren, dünya, doğa ve var oluş üstünde, mit aracılığıyla kurduğu bir tür egemenlik olarak da görülebilir (6). Günümüzde, camide ya da kilisede bir arada ibadet eden bir topluluk, kutsal kitabın emrettiği ve peygamberin uyguladığı bir davranışı tekrarlamakla dinlerinin doğduğu zamana geri dönmekte, ama aynı zamanda o dinin var oluşa ilişkin tüm açıklamalarını da yeniden doğrulamaktadır. Bir aşkınlık durumu olan rit sayesinde riti uygulayanların gözünde dünya ve yaşam yerine oturmakta, anlamlı, giderek kutsal hale gelmektedir. Benzer şekilde; doğum, ad verme, ergenlik, evlilik, ölüm gibi durumlarda yinelenen geleneksel davranış biçimleriyle insanlar, soylarının bütün bir geçmişini arkalarına almakta, böylece kendilerini daha bir güvende hissetmektedirler.
2.3. Mitin Başlıca İşlevleri (7)
Yukarıda da belirtildiği gibi mit, öncelikle insanın çevresindeki her şeyi, geçmişi ile birlikte açıklama çabasının bir ürünüdür. Öyleyse mitin ilk işlevi, insanın kafasındaki “dünya ne zaman yaratıldı?”, “dünyadan önce ne vardı?”, “evren nasıl oluştu?” gibi sorulara anlamlı ve inandırıcı yanıtlar vermektir.
İkinci olarak, mit, insanoğluna; kendi var oluşu, yaşadığı hayat, doğa, canlılık vb. hakkında anlamlı ve inandırıcı, bir o kadar da saygı ve huşu uyandırıcı gerekçeler sunar.
Mitin başka bir işlevi de, içinde yaşanılan toplum düzenine ve bu düzene yön veren ideolojilere bir onay mekanizması sağlamasıdır. Mitler sayesinde insanlar, örneğin, padişahın, tanrının yeryüzündeki temsilcisi olduğuna ya da batılılaşmanın tek uygarlaşma modeli olduğuna vb. inanırlar.
Mit, öte yandan hayatın sonuna, ölüm sonrasına ilişkin bir fikir de vermelidir (eskatoloji). Aksi halde insanın hayata olan bağlılığı azalacak, üretkenliği, topluma uyumu zayıflayacaktır. Mit, bu dünyadaki davranışlarına bağlı olarak insana, ölümden sonraki hayat hakkında bir vaatte bulunmakla, onun hayata bağlılığını ve toplumsal kurallara uyumunu güvence altına almaktadır. Bu vaat, kimi zaman öbür dünyadaki cennet, kimi zaman ruhun başka bir kimlikle yeniden dünyaya gelmesi (reenkarnasyon) biçiminde olabilir.
Buradan da anlaşılacağı üzere, mit, bir yandan var oluşu, bir yandan da yok oluşu anlatmakta; ancak her yok oluşun ardından yeni bir var oluş gelmektedir. Bu niteliğiyle mitin, başladığı yere dönen ve yeniden başlayan bir çevrim olduğu söylenebilir. Bu çevrim modeli, insanlara, hep bir umut aşılamakta, yok oluşların, felaketlerin, tufanların ardından yeniden doğuşu müjdelemektedir.
2.4. Hayatın İlk Yarısı / İkinci Yarısı (8)
Daha önce de belirtildiği üzere mitler, Carl Jung tarafından kolektif bilinç dışının yarattığı ruhbilimsel davranış biçimleri olarak tanımlanmıştır. Bunun anlamı, mitlerin, toplum, evren, dünya ve öbür dünya hakkında birer açıklama olmanın yanı sıra; tek bir bireyin yaşam öyküsüne de uyarlanabilecek olmasıdır. Psikanalizde yararlanılan bu uyarlamada, mitler, insan davranışlarını açıklamak amacıyla, hayatın ilk yarısına ilişkin olanlar, hayatın ikinci yarısına ilişkin olanlar ve hayatın her iki yarısına ilişkin olanlar biçiminde bir ayrıma tabi tutulurlar. Hayatın ilk yarısı, doğum öncesini ve doğumu, çocukluğu, yetişkinliği; ikinci yarısı ise olgunluğu, ermişliği ve ölümü kapsar. Birinci yarıda birey (ya da kahraman), aileden koparak bağımsızlaşır, kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenir, bir yetişkin olur. Birinci yarıdan farklı olarak ikinci yarı, bir tür iç yolculuktur. Söz konusu iç yolculuk sonucunda birey kendini ve dünyayı daha iyi tanır, kendi benliğiyle barışır ve bilgeleşir. Artık ölüme ve dolayısıyla yeniden doğuşa hazırdır.
2.5. Kahraman Mitleri
Prometheus göklere çıktı, tanrılardan ateşi çaldı ve aşağı indi (9).
Mitolojik bir figür olarak “kahraman”, tanrılaştırılmış bir insan olarak tanımlanabilir. Mit, gerçeğin ve bilginin taşıyıcısı ise kahraman da mitin taşıyıcısı, giderek yaratıcısıdır denilebilir.
Kahraman mitleri, tek bir bireyin (kahramanın) yaşam öyküsünden oluşan mitlerdir. Bu açıdan, psikanalitik incelemeye daha uygun oldukları söylenebilir. Kahraman, insana özgü sınırları aşabilen, sıradan insanların yapamadıklarını yapan, tanrılara (düzene, otoriteye) meydan okuyan bir bireydir. (10). Sınırları aşarken acılar çeker, kendini içinde yaşadığı toplumun yüce amaçları uğruna kurban eder. Onun katlandığı özveriler ve acılar sayesinde insan ve toplum bir dönüşüm geçirir ve başka bir evreye ulaşır.
Bir kahramanın yaşamı, sıradan insanların yaşamına benzemez. Yaşamı boyunca; alışılmamış olaylarla, serüvenlerle, engellerle karşılaşır, genel olarak da söz konusu engelleri aşıp başarıya ulaşır Kahramanın yaşamı, bir yolculuğa, bir arayışa da benzetilebilir. Kozmogoni mitlerinde olduğu gibi, bir tür çevrim biçimindeki bu yolculuk, genellikle başladığı yerde biter. Ancak herhangi bir kahraman mitinde birden fazla çevrime (birden fazla başlangıç ve bitime) de rastlanabilir.
Bir kahraman miti, kabaca “ayrılma”, “sınav” ve “dönüş” aşamalarından oluşur (11).
Ayrılma, yola çıkışı ifade eder. Kahraman, bir amaç uğruna yola çıkar.
Sınav aşamasında kahraman, türlü engellerle karşılaşır, bir takım güçlerin yardımıyla zorlukların üstesinden gelir ve amacına ulaşır.
Dönüşte ise, kahraman istediğini elde etmiş olarak, başladığı yere döner.
Yolculuğun amacına ulaşması, kahramanın içinde yaşadığı toplumun mutluluğuna hizmet eder.
Söz konusu aşamaların her biri kendi içinde ayrı bir yolculuk da sayılabilir. Bunlardan “ayrılma” ve “sınav” hayatın ilk yarısına, “dönüş” ise ikinci yarısına karşılık gelir.
Kahramanın yukarıda kaba çizgileriyle anlatılan hayat öyküsü Raglan tarafından, hayatın her iki yarısını da kapsayacak biçimde daha ayrıntılı hale getirilmiş ve bir kahraman şeması oluşturulmuştur (12).
Bu şemaya göre;
• Kahramanın annesi kraliyetten ya da soylu bir aileden gelir.
• Genellikle annenin yakın bir akrabası olan baba bir kral ya da yüksek mevkide bir insandır.
• Annenin hamileliğinde olağan olmayan yanlar vardır.
• Kahraman, doğduğunda babası ya da anne dedesi tarafından öldürülme girişiminde bulunulursa da bu girişim başarılı olmaz.
• Evinden atılır ve uzak bir yere gönderilir.
• Gönderildiği yerde üvey anne - baba tarafından yetiştirilir.
• Çocukluk dönemi hakkında yeterli bilgi yoktur.
• Büyüyüp bir yetişkin olduğunda, gelecekte kral olacağı yere gider ya da döner.
• Giderken, bir krala, canavara vb. karşı savaş vermesi ve bu savaşı kazanması gerekir.
• Bir prensesle evlenir ve kral olur.
• Bir süre olaysız olarak hüküm sürer.
• Yasa yapar.
• Daha sonra tanrıların ve/veya koruyucusunun desteğini yitirir ve yetkileri elinden alınarak sürgüne gider.
• Artık görevini tamamlamıştır. Erken yaşta ölür.
• Ölüsünün gömüldüğü yere bir anıt mezar yaptırılır.
• Artık o tanrılar katına çıkmıştır. “Tanrının oğlu” olarak adlandırıldığı da olur.
Bu şemanın bütün kahramanlara birebir uyarlanması mümkün olmamakla birlikte; bir kahramanın yaşamında şemanın içerdiği öğelerin bazılarının bulunması beklenir.
Söz konusu öğeler çoğunlukla simgesel olarak ve geniş anlamda okunur. Örneğin bir kahraman, doğduğunda öldürülme girişiminde bulunulmasa ya da doğar doğmaz ailesinden uzaklaştırılmasa bile çoğunlukla çocukluk döneminde yaşadığı bir acı, ailesiyle girdiği bir çatışma vardır.
Psikanalitik olarak bakıldığında, bir bebeğin annesinin memesinden ayrılması bile bir tür kopuş, bir tür uzaklaşma, acılı bir durum olarak yorumlanabilir.
Belki bu nedenle kahramanların temel güdülerinden biri, anneyi memnun etme, bu yolla ona yeniden “kavuşma” düşüncesidir. Sözgelimi, yurduna hizmet etme tutkusu içindeki bir kahramanın gözünde yurt, annenin yerine geçen bir imgedir.
Doğuştan gelen bir zeka ve yeteneğe sahip olması gereken kahraman, ancak toplumsal koşulların uygun olması, toplumun ona ihtiyaç duyması halinde ortaya çıkar; daha doğrusu ancak bu durumda kahramanlık mertebesine erişir. Hz. Muhammed’in İslam peygamberi olarak ortaya çıkmasının, o günkü Arabistan’da yaşanan ve “cahiliye devri” olarak bilinen toplumsal bunalım dönemine denk düşmesi, buna örnek olarak gösterilebilir.
2.6. Günümüzde Mitler
Bir mit, var oluşa ilişkin açıklama gücünü, dolayısıyla inandırıcılığını yitirdiği anda yok olur. O andan itibaren bir mit olarak değil, olsa olsa bir öykü olarak, bir destan olarak, bir oyun olarak, yani bir yazınsal ürün olarak varlığını sürdürebilir. Ancak bu, günümüzde mitik düşüncenin yok olduğu anlamına gelmez. İnsanoğlu, her çağda olduğu gibi bugün de akıl ve bilim yoluyla kavrayamadığı gerçekleri mitler yoluyla açıklamaya devam etmektedir (13).
Örnek vermek gerekirse, dünya ve toplum düzeni hakkında genel bir düşünüş biçimi ve bir model oluşturma girişimi olarak tanımlanabilecek olan sosyalizm, milliyetçilik, batılılaşma gibi ideolojilerin, çağdaş birer mit oldukları söylenebilir (14).
3. Bir Mit Olarak Batılılaşma
Yukarıda da belirtildiği gibi, çağımızın mitleri ideolojilerdir. İdeolojiler, bütün toplum yapısını ve işleyişini kapsamına alan ve içlerinde birer eylem planı barındıran düşünce ve inanç sistemleridir. (15). İdeolojileri yaratan ya da geliştiren düşünce adamları (ideologlar) da birer peygamber (kahraman) olarak görülebilir (16).
Mete Tunçay’a göre Türkiye’nin son iki yüz yıllık tarihinde, bir çağdaşlaşma ve uygarlaşma modeli olarak en etkili olmuş ideoloji Batılılaşma ya da Batıcılık olarak adlandırılan ideolojidir (17). Batılılaşmayı Şerif Mardin, “Osmanlı imparatorluğunda başlayıp cumhuriyet Türkiye’sinde yeni boyutlar kazanan, Batı Avrupa’nın toplumsal ve fikirsel bileşimini, erişilmesi gereken bir hedef olarak gören yaklaşım” (18) biçiminde tanımlamaktadır. Batılılaşma Niyazi Berkes’e göre “ütopyacı bir bireycilik”(19); Tarık Zafer Tunaya’ya göre de “’bu devlet nasıl kurtarılabilir ?’ sorusuna verilen cevap”tır (20).
Batılılaşma düşüncesi, Batı uygarlığının ileri bir uygarlık olduğu varsayımına dayanır. Bilindiği gibi Batı Avrupa’da ortaya çıkan Batı uygarlığı, temeli Yunan-Roma uygarlığına dayanan, Rönesans-Reform ve aydınlanma aşamalarından geçerek kültürel ve düşünsel düzeyde; sanayi devrimi aşamasından geçerek de ekonomik düzeyde kendini geliştiren bir uygarlıktır. Bu uygarlığa mensup ülkeler, yönetim biçimi olarak laiklik temelinde parlamenter bir demokrasiyi benimsemişlerdir.
Türkiye’de Batılılaşma düşüncesinin geçmişi 17. yüzyıl sonlarına kadar gider. İkinci Viyana Kuşatmasının yenilgiyle sonuçlandığı 1683 yılı, hem Osmanlı’nın uzun süren fetih ve genişleme döneminin sonu, hem de batılılaşma düşüncesinin başlangıcı olarak kabul edilebilir. Savaş meydanlarındaki yenilgiler ve toprak kayıpları sonucunda ilk alınan önlem, Avrupa’nın askeri tekniklerinin öğrenilmesi amacıyla Avrupa’dan öğretmenler getirilmesi ve teknik okullar kurulması olur (21). İzleyen dönemlerde, Osmanlı’nın güç kaybetmeye devam etmesi ile bağlantılı olarak Avrupa ülkeleri ile olan ilişkiler, siyasal, ekonomik ve kültürel alanlara da yayılır.
Batılılaşma yolunda en önemli aşamalardan biri Tanzimat Fermanının yayınlanması olarak kabul edilir. Tanzimat; Osmanlı Devleti’nin, güçsüz durumda olduğu bir dönemde, Rusya ve Avusturya İmparatorluklarına karşı İngiltere ve Fransa ile girdiği siyasal ve ekonomik bir ittifak olarak görülebileceği gibi, özellikle azınlıkların haklarını güvence altına almayı amaçlayan anayasal bir belge olarak da tanımlanabilir. Tanzimat ile birlikte Batı uygarlığına ait değerler, İslami değerlerin yanında resmi bir ideoloji durumuna gelmiştir (22).
Tanzimat döneminde eğitimde de batılı yöntemler benimsenmiştir. Batı’dan öğretmenler getirilmiş, yüksek okullarda yabancı dil öğretimine başlanmış ve Avrupa’ya öğrenciler gönderilmiştir. Yabancı dil öğrenenler ve Avrupa’ya öğrenime gidenler, yalnız öğrenim gördükleri alanın kaynaklarından değil, Avrupa düşünce ve sanat dünyasının öteki kaynaklarından da yararlanma olanağı bulmuşlardır. Bununla birlikte temel olarak İran ve Arap kültürüyle yetişmiş olan Osmanlı aydınlarının Batılı bilgi ve düşünce biçimini benimsemeleri kolay olmamıştır. Bu nedenle Tanzimat aydını, hiçbir zaman tam anlamıyla batılı bir aydın olamamıştır (23).
Batı’da okuyan, yabancı dil öğrenen ve Batılılaşma düşüncesinin başta gelen savunucuları olan Tanzimat ve Birinci Meşrutiyet dönemi aydınlarının düşünce sistemine yön veren başlıca ilkeler; uygarlık ve ilerlemeden yana olmak, bilimden yana olmak, yasa ve düzenden yana olmak, özgürlük ve demokrasiden yana olmaktı. Bu ilkelere göre uygarlık ve ilerleme ile İslam arasında herhangi bir çelişki yoktur. Avrupa uygarlığı ve bilimi Müslümanların “yitik malı”dır, geçmişte Avrupa’nın İslam’dan devralıp geliştirdiği miras şimdi tekrar İslam dünyasına ithal edilebilir. Uygarlığın bütün nimetlerinin ortaya çıkışı bilim ve akla bağlıdır. Bunlar, Müslüman halkın zihniyet ve dinini değiştirmeden benimsenebilir. Bu amaçla genel kamu eğitimine önem verilmelidir. Temel hakların güvence altına alındığı, parlamenter bir demokrasi oluşturulmalıdır. Buradan da anlaşılacağı gibi, dönem aydınlarının Batılılaşmaya olan yaklaşımı, sosyoloji ve ekonomi perspektifinden uzak, siyaset ağırlıklı bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım, siyasetin ekonomiden teknolojiye her şeyi kurmaya ve düzenlemeye yeterli olduğu öngörüsüne dayanmaktadır (24).
Meşruti yönetime geçiş için mücadele veren Yeni Osmanlılar örgütü bu dönemde ortaya çıkmıştır. Yapısı ve programı açısından zayıf bir örgüt olarak gösterilen Yeni Osmanlılara mensup aydınlar arasında tam bir görüş birliği yoktu. Genel olarak, Osmanlı’nın dünya egemenliğinin, Batı’nın parlamenter demokrasi modelinin benimsenmesiyle yeniden kurulabileceğini savunan örgütün bu düşünceleri, daha sonraki meşrutiyetçi kuşağı ve örgütleri etkilemiştir (25). Örgütün asıl önemi ise, Osmanlı Devleti’nin Batılılaşma ve dolayısıyla demokratikleşme tarihi içinde aşağıdan yukarı ilk hareket, başka bir anlatımla ilk başkaldırı olmasından gelir. Birinci Jön Türkler olarak da anılan grup, Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla merkezin kitleye tanıdığı hakların garantisiz, padişah iktidarının ise sınırsız olduğunu ileri sürmüş ve ilk kez “vatan”, “millet”, “hürriyet”, “eşitlik”, “meşrutiyet”, “birey hakları” kavramlarını gündeme getirmiştir (26).
Batılılaşma ideolojisi, yukarıda da belirtildiği gibi, Osmanlı Devleti’nin gerileme ve çöküş içine girdiği, neredeyse yok olmaya yüz tuttuğu bir dönemde, bu kötü durumdan bir çıkış yolu, mutlu bir gelecek vaadi olarak ortaya çıkmıştır. Bu durum, mitlerin, her yok oluşun ardından yeni bir var oluşu öngören genel özelliğine uygun düşmektedir. Batılılaşmanın bir ideoloji olarak biçimlendirilmesinde ve topluma sunuluşunda kullanılan aşağıda değinilecek kimi unsurlar da, mitlerin hem o günkü egemen ideolojiyi (İslamlığı ve Padişahlığı) onaylama; hem de başlangıca, öze dönüş, altın çağı, cenneti arama özelliklerine karşılık gelmektedir.
Gerçekten de;
• Avrupa uygarlığının ve biliminin Müslümanların “yitik malı” olduğu ve bu uygarlığın benimsenmesiyle o ”yitik mal”a yeniden kavuşulacağı,
• Batılılaşma hareketinin ve bu kapsamda ileri sürülen Meşrutiyet talebinin İslam diniyle herhangi bir çelişkisinin bulunmadığı, aksine Meşrutiyetin, yani meclisi de içeren bir düzenin İslam’da yer alan “meşveret” (danışma) ve “şura” (danışma kurulu) kurumlarının yeniden canlandırılması olduğu (27),
• Özellikle Yeni Osmanlılar tarafından savunulan, Batının tüm kurumlarının değil ama siyasal rejiminin benimsenmesiyle, asıl amaç olan, Osmanlı’nın eski parlak günlerine dönülebileceği
görüşleri, Batılılaşmanın, topluma yepyeni bir çağdaşlaşma modeli olarak değil, geçmişte var olan bir modele yeniden dönülmesi biçiminde sunulduğunu göstermektedir. Namık Kemal’in şu sözü anlamlıdır: “Avrupalılar varsın Osmanlıların mutluluğunu mezarda saysın. Bizce bilinir ki o mezarda değil, ana rahmindedir” (28).
Bir mit olarak Batılılaşmanın, insanlarda heyecan yaratması, saygı ve huşu uyandırması ise, Yeni Osmanlılarca ortaya atılan “vatan”, “millet”, “hürriyet”, “eşitlik”, “meşrutiyet”, “birey hakları” gibi kavramlarla sağlanmıştır denilebilir.
İslamlıkla, Doğulu değerlerle, Osmanlı ile bir arada sunulmaya çalışılan Batılılaşma ideolojisinin, söz konusu kültürlerle bağdaşıp bağdaşmadığı, aydınlar arasında bugün de süren tartışmalara neden olmuştur. Örnek vermek gerekirse Hilmi Ziya Ülken, modernleşmenin, eski ve yeninin “garip bir uzlaşması” ile ya da “pasif bir kopyacılık” ile başarılamayacağını, “tekniği Batı’dan alalım, fakat ahlakımızda, hukukumuzda şarklı kalalım” denilemeyeceğini, toptan bir dünya görüşü seviyesine varmadıkça çağdaş kültüre girmenin mümkün olmadığını ifade ederek sorunu ortaya koyar (29).
Bütün bu tartışmalarla kendi içindeki çelişki ve tutarsızlıklar sergilense de Batılılaşma; Avrupa Birliği’ne girişin resmi bir hedef olarak belirlendiği ve bu hedefin geniş toplum kesimleri tarafından benimsendiği 21. yüzyıl başı Türkiye’sinde, en etkili ideoloji olmaya devam etmekte, başka bir anlatımla yaşayan bir mit olma özelliğini sürdürmektedir.
4. Bir Kahraman Olarak Namık Kemal
4.1. Yaşamı (30)
Asıl adı Mehmed Kemal olan Namık Kemal, Batılılaşmanın simge belgesi sayılan 1839 Tanzimat fermanından yaklaşık bir yıl sonra 21 Aralık 1840’ta, anne dedesi Abdüllatif Paşa’nın vergi toplayıcısı olarak görevli bulunduğu Tekirdağ’da doğdu. Babası Müneccimbaşı Mustafa Asım Bey, annesi kültürlü bir kadın olan Fatma Zehra Hanımdı. Sadrazamlar, komutanlar yetiştirmiş soylu bir aileden gelmekle birlikte yoksul bir memur olan Mustafa Asım Bey, karısının ölümüne kadar, eşi ve çocuğu ile birlikte Abdüllatif Paşa’nın yanında oturur. Aile 1845 yılında Abdüllatif Paşa’nın atandığı Afyon’a taşınır. Burada, Namık Kemal 8 yaşındayken annesi Fatma Zehra Hanım ölür. Bunun üzerine İstanbul’a gelirler. Namık Kemal burada üç ay süreyle Beyazıt Rüştiyesi’ne, dokuz ay süreyle de Valide Mektebine gönderilir. Namık Kemal’in bütün resmi öğrenim hayatı bu kadardır. Daha çok evde eğitim görmüş, kendi kendini yetiştirmiştir.
Abdüllatif Paşa 1853 yılında Kars mutasarrıflığına atanır, Namık Kemal’i de yanında götürür. Paşa’nın bir sonraki görev yeri 1855 yılında yine mutasarrıf olarak atandığı Sofya’dır. Namık Kemal burada şiir çalışmalarına başlar. Henüz 16 yaşındayken 1856 yılında Niş Kadısı Mustafa Ragıp Efendi’nin kızı Nesime ile evlendirilir.
Sofya’dan 1857 yılında İstanbul’a dönerler. Bir yıl sonra anneanne Mahdume Hanım, 1858 yılında da Abüllatif Paşa ölür.
Namık Kemal, İstanbul’a gelince Bab-ı Ali Tercüme Odası’na girmiş, burada önceden bildiği Arapça ve Farsçaya ek olarak Fransızca öğrenmiş, Batı hakkındaki ilk bilgilerini edinmiştir. Kemal, 1862 yılında, o sırada Tasvir-i Efkar gazetesini çıkarmakta olan Şinasi ile tanışmış ve Tercüme Odası’ndaki görevinin yanı sıra adı geçen gazetede de çalışmaya başlamıştır. Yaklaşık üç yıl süren birlikte çalışma döneminde Kemal, Şinasi’nin Batılılaşmaya yönelik düşüncelerinden büyük ölçüde etkilenmiş, bu arada aranan ve sevilen bir gazeteci olmuştur.
Şinasi, 1865 yılında sadrazam Ali Paşa’ya karşı düzenlenen bir suikast nedeniyle kovuşturmaya uğrayabileceğinden korkarak Paris’e kaçınca Namık Kemal Tasvir-i Efkar’ı tek başına yönetmeye başlar. Onun yönetiminde gazete daha atak ve cesur bir yayın politikası izleyecektir.
Namık Kemal, 1865 Haziranında gizlice kurulan Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ne kurucu üye olarak katılır. Gazetede siyasal konulara ağırlık vermeye başlar. Cemiyet, parasal desteğini Mısır Prensi Mustafa Fazıl Paşa’dan almaktadır.
Meşrutiyet düşüncesini savunan Yeni Osmanlılar, açıkça ifade edemeseler bile o sırada padişah olan Abdülaziz’in yerine Veliaht Murat Efendi’nin tahta geçmesini istiyorlardı. Bu arada Namık Kemal gazete yazılarında sesini yükseltmeye başlamış, halkın öfkeli duygularını yansıtan bir yazar konumuna gelmişti. Bir yandan da Osmanlı Devleti’nin kuruluş, yükseliş dönemlerindeki kahramanlıkları anlatan tefrikalarla, kitapçıklarla halkı coşturmak, ulus sevgisini, memleket sevgisini yüceltmek çabası içindeydi. Öte yandan dilde sadeleşmeyi, edebiyatın ulusun dili olması gerektiğini savunuyordu. Ülke sorunlarının gazetelerde tartışılmasına tahammülü olmayan Sadrazam Ali Paşa, Namık Kemal’e haber göndererek fazla ileri gitmemesini, daha iyisi gazeteyi bırakmasını önerdi.
1867 yılı mart ayı başında yayınlanan Kararname-i Ali ile Tasvir-i Efkar dahil bütün gazeteler kapatıldı. Namık Kemal Erzurum Vali Yardımcılığına atandı. Ancak Erzurum’a gitmeyip, bir yıldan beri Paris’te sürgünde bulunan Mustafa Fazıl Paşa’nın daveti üzerine Ziya Bey, Agah Efendi, Ali Süavi ile birlikte 17 Mayıs 1867 tarihinde Paris’e kaçtı. Yeni Osmanlıların diğer üyeleri de kısa zaman içinde İstanbul’dan ayrılıp Paris’te Mustafa Fazıl Paşa’nın çevresinde toplandılar. Paris’te Mustafa Fazıl Paşa’nın önderliğinde Jeune Turc partisi kuruldu.
Bir süre sonra Padişah Abdülaziz tarafından bağışlanan Mustafa Fazıl Paşa İstanbul’a döndü. Bununla birlikte Yeni Osmanlılara yardım göndermeye devam ediyordu. Namık Kemal, Ziya Bey ve arkadaşları, Haziran 1868’de baskısını Londra’da yaptırdıkları Hürriyet Gazetesini yayınlamaya başladılar. Gazete gizlice İstanbul’a da sokuluyor ve açıkça okunuyordu. Gazetede esas itibariyle meşrutiyet fikri savunulmaya devam ediliyordu. Bu arada sadrazam Ali Paşa’yla yakınlaşan Mustafa Fazıl Paşa, Ali Paşa’nın isteğiyle Ağustos 1869 tarihinde Yeni Osmanlılardan Hürriyet’in yayınına ara verilmesini istedi. Namık Kemal Hürriyet’ten ayrıldı ve Londra’ya gitti.
Artık Mustafa Fazıl Paşa’ya olan inancını yitirmiş olan Namık Kemal, bu sırada Zaptiye Nazırı Hüsnü Paşa’dan bir mektup aldı. Bu mektupta Sadrazam Ali Paşa’dan özür dilemesi halinde affedileceği ve yurda dönmesine izin verileceği belirtiliyordu. Ancak Namık Kemal bu mektuba cevap vermedi. İki hafta sonra ise biri sadrazam Ali Paşa’nın mühürdarından (özel kalem müdürü), öbürü Mustafa Fazıl Paşa’nın damadı Viyana elçisi Halil Şerif Paşa’dan olmak üzere aldığı iki mektupta, özür dilemese bile dönmesine izin verildiği ve dönerken Viyana elçisi tarafından bir süre konuk edileceği belirtiliyordu. Bunun üzerine dönüş çağrısını kabul etti. Bir süre Viyana’da kaldıktan sonra 24 Kasım 1870’de İstanbul’a döndü.
Dönüşünden sonra birkaç kez Sadrazam Ali Paşa tarafından konuk edilen Namık Kemal, Ali Paşa’nın 6 Eylül 1871’deki ölümüne kadar gazetecilikten uzak durdu. Ali Paşa ölünce Mahmut Nedim Paşa sadrazam oldu. Çıkarılan genel afla sürgündeki yeni Osmanlılar da yurda döndü. Namık Kemal, arkadaşları ile birlikte bir Ermeni’ye ait İbret gazetesini satın alarak yeniden basın hayatına döndü ve gazetenin başyazarlığını üstlendi. Gazetedeki yazılarında siyasal görüşlerini savunmayı sürdürdü. Ancak, “bir türlü ılımlı davranmayı beceremeyen, Mithat Paşa’yı de nedense pek seven bu atak yazarların gazetesi 9 Temmuz 1872’de kapatılıverdi.” Gerekçe, halkın zihnini bulandırmaktı.
Namık Kemal bu defa Gelibolu mutasarrıflığına atandı ve 26 Eylül 1872’de göreve başladı. Üç ay sonra görevinden alınması üzerine İstanbul’a geldi ve yeniden İbret’in başına geçti. Bu dönemde basın özgürlüğünü işleyen ve hükümeti eleştiren yazılara ağırlık verdi. Şubat 1873’te NamıkKemal’in bir yazısı üzerine İbret bir ay süreyle tatil edildi. Bu arada akşamları, umut bağladıkları şehzade Murat’ın tahta geçmesini isteyen bir gençler grubuyla evinde toplantılar yapıyordu.
1 Nisan 1873’te Güllü Agop’un Gedikpaşa Tiyatrosunda Namık Kemal’in yazdığı Vatan Yahut Silistre oyunu oynanmaya başladı. Halkın oyuna gösterdiği aşırı ilgiye ve izleyicilerin oyunun gösterimi sırasında Şehzade Murat lehine attıkları sloganlara kızan padişah Abdülaziz, 5 Nisan 1873 tarihli özel buyruğuyla İbret’i temelli kapattırdı. Namık Kemal de Padişahın 10 Nisan 1873 tarihli buyruğuyla “kalebent” olarak (zindanda yaşamak üzere) Magosa Kalesi’ne sürüldü.
Magosa’da geçirdiği 38 aylık dönem, Namık Kemal’in edebiyatçı olarak en verimli dönemi oldu. Burada yazdığı ve elden ele dolaşan “Vatan Kasidesi” gibi şiirleri nedeniyle “vatan ve hürriyet şairi” olarak anılmaya başladı.
30 Mayıs1873’te Abdülaziz düşürülüp Veliaht Murat Efendi tahta çıkınca Namık Kemal affedildi ve 7 Haziran 1876’da, bir özgürlük kahramanı olarak başkente döndü. 31 Ağustos 1876’da, akli dengesini yitirdiği söylenen Murat’ın yerine II. Abdülhamit tahta çıkarıldı. Namık Kemal ve Ziya Bey, Şura-yı Devlet (Danıştay) üyeliğine atandılar. Daha sonra da 8 Ekim 1876’da kurulan Kanun-i Esasi komisyonunda görevlendirildiler. Bu dönemde Namık Kemal, padişaha en yakın kimseler arasında yer aldı.
Komisyonca hazırlanan metinde Bab-ı Ali (hükümet) tarafından önerilen ve padişahça onaylanan değişikliklerle ruhundan uzaklaşan anayasa, Abdülhamit tarafından 23 Aralık 1876 tarihinde imzalanarak yürürlüğe girdi. Mecls-i Mebusan da 19 Mart 1877’de toplandı.
Osmanlı Rus savaşında alınan yenilgi meclisteki eleştirileri sertleştirince Şubat 1878’de meclis üyelerinden bazıları tutuklandı ve Meclis bir daha toplanamadı. Bu arada yoğun bir jurnalcilik dönemi başladı.
Namık Kemal Nisan 1877’de bir jurnal üzerine tutuklandı. Bir süre tutuklu kaldıktan sonra mahkemece aklandıysa da İstanbul’dan uzaklaşması gerektiği bildirildi. Gideceği yeri kendisinin seçmesine izin verildi, o da Temmuz 1877’de Midilli adasına gitti. Magosa’dan sonra en çok yapıt verdiği yer Midilli’dir. Midilli’deki zorunlu ikameti sırasında kendisine maaş ödenecek, ancak bir görev verilmeyecekti. Ancak, Mahmut Nedim Paşa’nın Dahiliye Nazırlığı’na getirilmesi üzerine Namık Kemal 1879 Nisanında Midilli mutasarrıflığına atandı. Beş yıl bu görevi sürdürdükten sonra 1884’te Rodos mutasarrıflığına, 1887 Kasımında da Sakız Mutasarrıflığına atandı.
Bu arada sağlığı bozulmaya başlamıştı. Yazmakta olduğu Osmanlı Tarihinin birinci cildi altı bin adet basılarak İstanbul’da satışa çıktı ve kısa sürede tükendi. Ancak yine bir jurnal üzerine kitabın ikinci baskısı durduruldu ve ilk baskıdan kitapçılarda kalanlar da toplatıldı. Bu olay Namık Kemal’i çok üzdü. Zatürree nedeniyle 2 Aralık 1888 tarihinde Sakız’da öldü. Öldüğünde 48 yaşındaydı. Vasiyetine uyularak özel izinle Bolayır’a gömüldü. Namık Kemal için, giderleri Padişah tarafından karşılanan ve planları Tevfik Fikret tarafından çizilen bir türbe yaptırıldı.
4.2. Namık Kemal’in Kahramanlığına İlişkin Unsurlar
Biz, yurt ve ulus sözcüklerini ağzına alamayan ve kimsenin ağzından işitmeyen bir kuşağın çocuklarıyız (31).
Genellikle baskıcı yönetime başkaldırmış bir “vatan ve hürriyet şairi” diye anılan ve “zindandan şiirler söyleyen” bir sanatçı imgesine sahip olan Namık Kemal, her şeyden önce bir düşünce ve eylem adamıdır. Bu nedenle, gazeteciliği, edebiyatı ve tiyatroyu, meşrutiyet ve çağdaşlaşma ülküsü doğrultusunda birer araç olarak görmüş ve kullanmıştır (32).
Siyasal tarihçi Sina Akşin, Namık Kemal’in yaptığı katkıyı şöyle değerlendirir (33):
“Hemen her alanda yaptığı büyük etki, açtığı çığır düşünülürse, vatan ve hürriyet şairi ve düşünürü Namık Kemal belki de 19. ve 20. yüzyıl düşünce tarihimizin en büyük simasıdır. Zira onun edebiyat ve düşünce ürünleri bu ülkede demokrasi ve ulusçuluk davasına, yani çağdaş bir toplum kurma işine kendini adamış olan, II. Meşrutiyetin ve Cumhuriyetin kurucularının en başta gelen düşünce ve duygu gıdalarını oluşturmuştur. İlk vatan şairi ve edibi olarak edebiyatımızda hem ilk, hem de (nedense) biriciktir. Türkiye’de ilk kez İslami unsurları içeren özgün bir sentezle hürriyet ve demokrasinin kuramsal ve felsefi temellerini tarif edip açıklamıştır.”
Edebiyat araştırmacısı Mehmet Kaplan da Namık Kemal hakkındaki düşüncelerini aşağıdaki gibi ifade eder (34):
“Namık Kemal şahsiyeti ve eserleriyle Türkiye’de tesiri nesiller boyunca devam eden bir ‘hürriyet miti’ ve bir ‘hürriyet kahramanı” tipi yaratmıştır….O bir kalem efendisi değil veya devlet memuru değil, bir ‘düşüncenin kahramanı’dır.”
Namık Kemal’in, Batılılaşmayı, o günkü egemen ideoloji olan İslam ile bağdaştırmaya çalışması ve “vatan”, “millet”, “hürriyet” gibi heyecan verici yeni kavramlarla desteklemesi; Batılılaşmanın gelecek kuşakları, bu arada Atatürk de dahil olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti kurucularını, dönemler boyunca etkileyen bir mit haline gelmesinde en önemli rolü oynamış, bu açıdan Namık Kemal bir bakıma Batılılaşma mitinin yaratıcısı olmuştur. Başka bir anlatımla Namık Kemal, Batılılaşmanın temsil ettiği yeniden doğuşun bir tür Mesih’i ya da peygamberi olarak kabul edilebilir.
Öte yandan Namık Kemal’in yaşam öyküsüne biraz daha yakından bakıldığında, kahraman mitleri ile bağlantılı olarak başka bazı bulgular da elde edilebilir. Söz konusu bulgular, aşağıda, kahramanın genel özellikleri ve Raglan’ın kahraman şeması göz önünde tutularak sunulmaya çalışılmıştır.
1. Osmanlı yönetici elit’ine mensup soylu bir aileye mensup olması: Kahraman kraliyet soyundan gelir.
2. Küçük yaşta annesini kaybetmesi ve bu tarihten sonra, İstanbul’da oturan babası tarafından değil, İstanbul dışına görevle giden dedesi ve anneannesi tarafından yetiştirilmesi: Çocuklukta büyük bir acı yaşar, uzaklaştırılır, gerçek ana babası olmayan kişilerce büyütülür.
3. Evlenmesi, Sofya’dan İstanbul’a dönmesi, kısa bir süre sonra dedesi ile anneannesini kaybetmesi, Tercüme Bürosu’na girmesi: Gelecekte kral (ünlü bir gazeteci, vatan şairi, Anayasa Komisyonu üyesi) olacağı yere döner, ebeveyninden (kendisini büyütenlerden) ayrılıp bir aileye ve işe sahip olur, artık bir yetişkindir (hayatın ilk yarısına ilişkin hedefler).
4. Şinasi, Ziya Bey ve Mustafa Fazıl Paşa ile tanışması: Çıktığı yolda (Meşrutiyet hedefine giden yol) karşılaşacağı zorlukları aşması için güçlü varlıklar kahramana yardım eder.
5. Tasvir-i Efkar’ın başına geçmesi: Bu olay da hayatın ilk yarı hedefleri kapsamında, ana-babadan kopmanın ve yetişkin hale gelmenin başka bir örneği olarak ele alınabileceği gibi, kahraman şemasındaki “kral olma” öğesinin karşılığı olarak (Namık Kemal artık bir gazeteyi yönetebilecek kadar yetkin ve ünlü bir gazetecidir) yorumlanabilir.
6. Yeni Osmanlılarla birlikte Paris’e kaçması: Uzaklaştırılır ya da “ayrılır” (yola çıkar). Namık Kemal’in ve Yeni Osmanlılar hareketinin mutlakıyet rejimine karşı mücadelesi asıl şimdi başlamıştır.
7. Mustafa Fazıl Paşa’nın desteğini çekmesi: Kahraman, desteklerini ve güçlerini yitirir. Şimdi Namık Kemal’in bir gazetesi ve bir unvanı yoktur.
8. Zaptiye Nazırı’ndan mektup alması ve bu çağrıyı yanıtsız bırakması: Dönüş çağrısını reddeder.
9. İkinci mektubu alması ve yurda dönmesi: Çağrıyı kabul eder ve gelecekte kral olacağı yere döner.
10. İbret Gazetesi’ne başyazar olması ve Vatan Yahut Silistre oyununun büyük bir ilgiyle izlenmesi: Kral (halk kahramanı) olur.
11. Magosa’ya sürgüne gönderilmesi: Yeniden uzaklaştırılır. Mağaraya çekilir ve düşüncelere dalar. Bir iç yolculuğa çıkar. Bedensel ve dünyevi olan her şeyi sınırlayıp manevi özünü açığa çıkarır. Magosa’da geçirdiği 38 aylık dönem, Namık Kemal’in edebiyatçı olarak en verimli dönemidir (hayatın ikinci yarısına ilişkin hedefler).
12. Sultan V. Murat’ın tahta geçmesiyle affedilmesi ve dönüşte Şura-yı Devlet ve Kanun-i Esasi Komisyonu üyeliğine getirilmesi, Meşrutiyet rejimine geçilmesi: Yolculuk hedefine ulaşır, kahraman kral olur, yasa yapar.
13. Bir jurnal üzerine Midilli’ye, daha sonra da Rodos ve Sakız’a gönderilmesi: Dönüş başlar. Kahraman istediğini elde etmiş olarak, başladığı yere (Doğduğu ve uzun yıllar yaşadığı taşraya, halkın arasına) döner.
14. Sakız adasında 48 yaşında hayata veda etmesi: Genç yaşta ölür.
15. Bolayır’da yaptırılan bir türbeye gömülmesi: Kahraman için bir anıt mezar yaptırılır.
Buradan da anlaşılabileceği gibi Namık Kemal’in yaşamında birden çok başlangıç, birden fazla son vardır. Bu yolculukta hayatın ilk yarısı ile ikinci yarısı neredeyse birbirine karışmış gibidir.
Bütün yaşamı boyunca; gazeteci, edebiyatçı, Şura-yı Devlet üyesi, Anayasa yapıcısı, mutasarrıf ya da sürgün olarak hep yurt sevgisiyle ve yurduna hizmet etme tutkusuyla hareket eden Namık Kemal’in, çektiği acılarla kendini toplumuna kurban verdiği söylenebilir.
5. Sonuç
Tanrıların ya da kahramanların başından geçen gizemli ve doğa üstü olaylar olarak tanımlanabilecek olan mit, bu niteliğiyle insanların var oluşla ilgili gerçekleri kavramak için getirdikleri açıklamalardan biri olarak görülebilir. İçinde inanç, saygı ve huşu öğelerini de barındıran mitler, topluluğun bir arada uyguladığı rit adı verilen törensel davranışlar aracılığıyla yaşatılırlar. Olayları anlamlı ve inandırıcı biçimde açıklama gücünü yitiren mitler ise mit olmaktan çıkarak yazınsal yapıtların konusu durumuna gelirler.
Mitlerin psikanalizdeki kullanımında, hayatın ilk yarısı ve ikinci yarısı ile mitler arasındaki ilişkiler üzerinde durulur. Bir yolculuk olarak tanımlanabilecek olan ve ayrılma, sınav ve dönüş aşamalarından oluşan kahraman mitleri bireysel kahramanların serüvenlerini işlediklerinden pskanalitik açıdan elverişli bir inceleme konusudur.
Türkiye’nin son iki yüz yıllık tarihinde en etkili ideoloji olan Batılılaşma da, öteki bütün ideolojiler gibi çağdaş bir mit sayılabilir. Osmanlı Devleti’nin gerileme dönemine girmesiyle birlikte ortaya çıkan Batılılaşma ideolojisi, topluma, karşı karşıya bulunulan güç durumlardan bir çıkış yolu, bir çağdaşlaşma projesi, bir cennet vaadi olarak sunulurken, sürekli olarak egemen ideolojilerle (İslamlık, padişahlık vb.) bir çelişki taşımadığı vurgulanmaya çalışılmıştır. Batılılaşma ideolojisinin kendi içinde taşıdığı tutarsızlıklar aydınların başlıca tartışma konularından biri olmuş, bununla birlikte bir mit olarak Batılılaşmaya olan inanç devamlılığını korumuştur.
Ünlü edebiyatçı ve düşünce adamı Namık Kemal, Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin bir üyesi olarak arkadaşlarıyla birlikte Batılılaşmayı ve onun parlamenter demokrasi yanını bir hedef olarak benimsemiş ve mevcut düzene başkaldırarak, bu hedef doğrultusunda basın, tiyatro ve yazın yoluyla mücadele vermiştir. Onun düşünceleri ve ilk kez ortaya attığı vatan, millet, hürriyet gibi kavramlar kendisinden sonra gelen kuşakları da etkilemiştir. Türk düşünce hayatına ve demokrasi tarihine yaptığı katkılar ve yaşam öyküsünün kahramanların genel özellikleriyle karşılaştırılması sonucu elde edilen bulgular göz önünde tutulduğunda Namık Kemal’in mitolojideki anlamıyla bir kahraman olduğu söylenebilir.
NOTLAR
1. Campbell, 30.
2. Eliade,15.
3. Moran, 205.
4. Eliade, 52.
5. Cebeci.
6. “
7. “
8. “
9. Campbell, 42.
10. “ 30.
11. “ 46
12. Segal, xxıv.
13. Cebeci.
14. Mitolojiler Sözlüğü, C.II, 791.
15. Ana Britannica, C.XI, 478.
16. Mitolojiler Sözlüğü, C.II, 792.
17. Tunçay, 1924.
18. Mardin, 245.
19. Meriç, 243.
20. Tunaya, 238.
21. Meriç, 235.
22. Yurdaydın, 288-293.
23. Karal, 5 ve sonrası.
24. Çetinsaya, 54-71.
25. Ana Britannica, C.XXII, 369.
26. Tunaya, 238.
27. Kara, 235-264.
28. Fuat, 30.
29. Meriç, 242.
30. Fuat, 11-110.
31. Yalçın, 23.
32. Fuat, 113.
33. Akşin, 327.
34. Kaplan, 160
YARARLANILAN KAYNAKLAR
1. Akşin, Sina, “Düşünce ve Bilim Tarihi”, Türkiye Tarihi, Yay. Yön. Sina Akşin, Cilt III, 3. B. İstanbul, Cem Yayınevi, 1993, s. 321-343.
2. Ana Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi, 22 C. İstanbul, Ana Yayıncılık, 2000.
3. Campbell, Joseph, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, çev. Sabri Gürses, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2000.
4. Cebeci, Oğuz, “Evrensel Tür Mitoloji” (derste tutulan notlar), Yeditepe Üniversitesi, 2004.
5. Çetinsaya, Gökhan, “Kalemiye’den Mülkiye’ye Tanzimat Zihniyeti,” Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Yay. Yön. Murat Belge, Cilt I, 4. B. İstanbul, İletişim Yayınları, 2002. s.54-71.
6. Eliade, Mircea, Mitlerin Özellikleri, çev. Sema Rifat, 2.B., İstanbul, Om Yayınevi, 2001.
7. Fuat, Memet, Namık Kemal, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 1999.
8. Kaplan, Mehmet Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar, C.III, 5.B. İstanbul, Dergâh Yayınları, 2004.
9. Kara, İsmail, “Hem Batılılaşalım Hem de Müslüman Kalalım”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Yay. Yön. Murat Belge, Cilt I, 4. B. İstanbul, İletişim Yayınları, 2002. s.234-264.
10. Karal, Enver Ziya, Tanzimat-ı Hayriye Devri, İstanbul, Cumhuriyet Kitapları, 1999.
11. Mardin, Şerif, “Batıcılık”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Yay. Yön. Seyfettin Gürsel, C.I, İstanbul, İletişim Yayınları, 1983, s. 245-250.
12. Meriç, Cemil, “Batılılaşma”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Yay.Yön. Seyfettin Gürsel, C.I, İstanbul, İletişim Yayınları, 1983, s. 234-244.
13. Mitolojiler Sözlüğü, 2 C. Yayına Haz. Levent Yılmaz, Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, 2000.
14. Moran, Berna, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, (9. Baskı) İstanbul, Cem Yayınevi, 1994.
15. Segal, Robert A., “Introduction: In Quest of The Hero”, In Quest of The Hero, New Jersey, Princeton University Press, 1990. s. vii-xli.
16. Tunaya, Tarık Zafer, “Batılılaşmada Temel Araştırmalar ve Yaklaşımlar”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Yay. Yön. Seyfettin Gürsel, C.I, İstanbul, İletişim Yayınları, 1983, s. 238-239.
17. Tunçay, Mete, “Türkiye Cumhuriyeti’nde Siyasal Düşünce Akımları”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Yay. Yön. Seyfettin Gürsel, C.VII, İstanbul, İletişim Yayınları, 1983, s. 1924-1928.
18. Yalçın, Hüseyin Cahit, Siyasal Anılar, İstanbul, İş Kültür Yayınları, 2000.
19. Yurdaydın, Hüseyin, “Tanzimat Dönemi,” Türkiye Tarihi, Yay.Yön. Sina Akşin, Cilt III, 3. B. İstanbul, Cem Yayınevi, 1993, s. 288-293.