Bu Blogda Ara

4 Aralık 2010 Cumartesi

Bir Şile Öyküsü

Dün yine Şile’deydim. Şile’nin denizini hiç böyle lacivert görmemiştim, göğünü hiç bu kadar mavi.
Hiç bu kadar büyümemişti içimdeki sevgiler.
Deniz Müzesi’nde gördüğüm tekneyi düşündüm. “Uzaklar” ne güzel bir isimdi. Uzaklara baktım, gözümün alabildiğine uzaklara.
Şile, yüksek kıyılar üstüne kuruludur, denize yukarıdan bakar. Denizin yüzeyine gerilmiş bir yay gibidir sanki. Hem denize biraz uzak durur, hem denize sevdalı.

Karadeniz kıyısındaki çoğu şehir, çoğu kasaba da öyle değil midir?
Şile’nin kalesi ile feneri Cenevizlilerden kalmadır.
Aşağıda, balıkçı barınağının orada her zaman taze balık vardır. Sabah erkenden inip, denizden yeni çıkarılan taptaze balıklardan almak ayrı bir zevktir.
Şileli balıkçıların anıtı da oradadır, kale yıkıntılarının yakınında.
Güneş, yazın denizin içine, kışın ormana gömüldüğünde Şile’de akşam olur. Aşağıdaki kumsal, yavaşça karanlığa karışır. Nöbeti devralan Şile Feneri, ışığıyla Ağlayankaya’dan Kumbaba’ya tüm Şile kıyılarını yalayıp durur.
Çevresi, olduğu gibi ormanlarla kaplıdır Şile’nin. Şehir içinde de, biri İstanbul'dan gelişte, biri Ağva çıkışında temiz, bakımlı ormanlık alanları vardır.
Yakın köylerinde, musluklarından içme suyu akan çeşmeleri...
Bir gün, Yeniköy’e su almaya gitmiştim. Kahvenin yanında, küçük bir dükkanda camdan süs eşyaları yapan, kırk yaşlarında bir adamla tanıştım. Adam, dükkanın arka tarafında bir yerde yatıp kalkıyor, hayatını o küçücük dükkanın içinde sürdürüyordu.
Yaptıklarını Şile’de, gündüz vakti balık almaya inilen deniz kıyısında, akşamları gezintiye çıkılan Üsküdar Caddesi’nde satıyor, geçimini öyle sağlıyordu. Kaşla göz arasında bana da camdan bir horoz yaptı. O günden beri kitaplığımın bir rafında durur o horoz.
Benim Şile sevdam, yıllar önce başlamıştır. İlk görüşte aşka inanmasam da Şile ilk görüşte çarpmıştır beni. Bir yere yerleşmeden, bir yerde yaşamadan oralı olunmaz desem de, daha ilk tanışmamda Şileli gibi hissetmişimdir kendimi. Şileli olma duygusu, o günden beri gittikçe daha fazla büyümüştür içimde.
Şile’nin yazları kadar kışları da güzeldir. Hafta içi günlerinin, en az hafta sonları kadar güzel olduğu gibi.
Şehrin gürültüsünden, kirliliğinden uzakta, doğayla baş başa olmanın keyfini, kış günlerinde daha bir yoğun yaşarsınız. Sabah kuş sesleriyle uyanırsınız, akşam Karadeniz’in ürkütücü karanlığı alır götürür sizi. Bir yandan yağmurun, fırtınanın ve azgın dalgaların sesleri gelir kulağınıza, bir yandan, ocakta yanan odunların çıtırtısı...
Kışın Şile’de hafta içi akşamları çok sakin ve sessiz yaşanır. Sokaklarda kimsecikler yoktur. İşyerleri erkenden kapanır. Tek tük açık lokantalarda az sayıda müşteri vardır.
Üsküdar Caddesi üzerinde sıralanmış kahvelerin, lokantaların tadı, yazın, denize bakan teraslarında çıkar asıl.
Şile’nin tadını çıkarmak için ille de bir lokantaya gitmek gerekmez. Şehir içindeki ormanlık alanlara ya da bir arkadaşın evine konuk olunur; limandan alınıp mangalda pişirilen taze balıklar, salata ve içecek eşliğinde afiyetle yenir.
Şile’nin festival zamanlarını sevmem. O günlerde, güneydeki istilaya uğramış tatil yörelerine benzer Şile. Festival bir an önce bitsin isterim.
Kimselerle paylaşmak istemem ben Şile’yi.
Çünkü o, benim yeni zamanlarımın köyüdür.

( 2004)