Bundan yaklaşık dört yıl önceydi. Tarih: 19 Mayıs 1998. Bir minibüs kiralamış, topluca Ankara’dan Amasra’ya gitmiştik. Dönüşte de Safranbolu’ya uğramış, Havuzlu Asmazlar Konağı’nın sofasında, havuz başında çay içmiştik. Dışarıda çılgın bir yağmur yağıyordu. Yağmur kadar çılgın kimi arkadaşlarımız, yağmura aldırmadan dışarı fırlamış, yağmurla yarış edercesine konağın çevresinde şöyle bir dönüp gelmişlerdi.
Bu son gezide, havuzlu sofada çay içmekle kalmayıp, konağın geniş odalarından birinde geceleme mutluluğuna da eriştim. Yalnız şunu fark ettim ki, dışarıda çılgın bir yağmur yağmıyorsa ve etrafta çılgın arkadaşlar yoksa, Safranbolu’da ve Havuzlu Asmazlar Konağı’nda zaman çok yavaş işliyordu.
****
Kastamonu’yu bilir misiniz siz? Kastamonu’nun içinden geçen suyu ve suyun üstündeki, halkın “kambur köprü” adını taktığı Osmanlı tarzı taş köprüyü görmüşlüğünüz var mıdır?
Bir akşamüstü vakti, güneş tam karşınızdan gelirken yollara düşüp, arkanızda şehirler bıraktığınız, o sırada içinize bir gariplik çöktüğü oldu mu hiç?
Bozkırın ortasında unutulmuş bir kasaba görünümündeki Çankırı vilayetinden geçerken, aklınıza, burada sürekli yaşamanın nasıl bir şey olduğu sorusu takıldı mı?
Yollarda size arkadaşlık eden şehirlerarası otobüsler neden hep kendilerine “Özlem” adını seçerler; kömür karası maden havzalarında iki vardiya arası yemek yenilen lokantaların adı neden Özlem’dir, hiç düşündünüz mü?
****
Soru işaretlerini geride bırakıp, serin ve yağmurlu bir öğleden sonra Zonguldak’a ulaşır, banka binasına sığınırsınız. Bankanın Zonguldak Şubesi Müdürü, işi gücü bırakıp telefonlara sarılır, Emirgan Oteli’nin gece müdürü ile uzun uzun görüşür. Derdi günü, İstanbul’dan gelen konuklara denize bakan iki oda ayarlayabilmek, bir de akşam yemeğinde taze balık ikram edebilmektir. Önden biraz istavrit, arkasından kalkan pişirilecektir. Balık öncesi masaya getirilecek beyaz peynir de kesinlikle tam yağlı olmalıdır. “Neydi efendim, o geçen günkü peynir, ne tadı vardı, ne tuzu? Fiyatı ne yaptık fiyatı, aman ha, oda fiyatlarında gerekli indirimleri yapalım. Sonra Genel Müdürlüğe mahcup olmak da var, değil mi efendim.”
“Zahmet etmeyin, sizin programınız falan vardır, biz kendi başımızın çaresine bakarız” deseniz de nafile. Ne de olsa eski bir Mülkiyeli ağabey, sözünden çıkılmaz ki. Çaresiz kabul edersiniz daveti.
****
Aynı bölge içinde bile; endüstrileşme arttıkça, yaşam tarzları, giyim-kuşam, şehircilik nasıl da değişiyor... Çankırı’da, Kastamonu’da, hatta Bartın’da, zamanla seyrekleşen bir nüfus; buna karşılık Karabük’te, Zonguldak’ta, Ereğli’de gittikçe yoğunlaşan bir yerleşim dokusu. Kardemir olmasa Karabük, taş kömürü işletmeleri olmasa Zonguldak, Erdemir olmasa Ereğli böyle olur muydu?
Upuzun kordon boyu ile, İzmir’i, İskenderun’u, Selanik’i anımsatan Ereğli’de öğle yemeğine gittiğimiz lokantada, yakın masalarda oturan insan tiplerine baktığımda, bir an kendi kendime “ben neredeyim, burası Nişantaşı mı?” dedim.
****
Ayrılacağımız gün, Zonguldak’ta Karadon ve Gelik kömür havzalarına götürdüler bizi. “Rödavans” ve “domuz damı” sözlerini ilk kez orada duydum. Rödavans (Fransızca bir sözcüğün Türkçe söylenişi olsa gerek), işletilmek üzere özel sektöre kiralanan kömür ocakları demekmiş. Domuz damı ise, kömür ocaklarında her yeni açılan galeriye, çökmesin diye kalaslardan yapılan tavan anlamına geliyormuş. Karadon’da, yük vagonlarıyla ocaklara taşınan ya da taşınmak üzere açık alanda bekletilen binlerce kalas bu işe yarıyormuş.
Kömür havzalarını gezerken, her ocağın başına dikilmiş, bir apartman yüksekliğindeki çelik kuleleri görünce şaşırdım. “Bunlar da nedir?” diye sordum. “Bunlar, hem maden işçilerini yer altına indiren ve çıkaran, hem kömürü yer üstüne çıkaran asansör kuleleridir” dediler.
Burada köylerin adları bile kömürü anımsatır: Damarlı, Yarım Damarlı vb. Bir kömür beldesinde olduğunuzu hiç aklınızdan çıkaramazsınız.
****
Eski Türk filmlerinin unutulmaz tatil beldesi Akçakoca’da, banka müdürü, müşterilere “gülüm” diye hitap eder. Gelenlere ikram ettiği tütün kolonyasının kokusu, günlerce çıkmaz.
Bir daha geleceğim buralara, söz. Bu kez balıkçılarla, gezginlerle, köylülerle arkadaşlık edeceğim; banka müdürleriyle değil.
(2002)