Bu Blogda Ara

14 Aralık 2010 Salı

Hasan Ali Toptaş'ın "Gölgesizler" Romanı

1. Romanda Konu ve Tema
Romanda, bir berber dükkânında ve bir köyde geçen olaylar anlatılarak, zaman-mekân ilişkisi ve varlık-yokluk sorunları tartışma konusu edilmektedir.

2. Roman Metninin Çözümlenmesi
Romanın iki mekânı, iki zamanı vardır. Olaylar bir yandan şehirde, şehirdeki bir berber dükkânında yaşanırken, bir yandan da köyde, ama şehirdeki olaylardan yıllar önce akmaktadır.


Köy, geçmişi temsil eder; şehrin, şehirdeki berber dükkânının ve orada yaşayanların geçmişidir bir bakıma.

Roman kişileri, hem şimdiki zamanda şehirde, hem geçmiş zamanda köyde yaşarlar.

Zaman, romandaki başlıca kahramanlardan biri, belki birincisidir. Bazen donar, sonra yeniden akar. Roman kişilerinin varlığına ya da yokluğuna neden olan şey, zamandır. Bir zaman var olan bir insan, başka bir zaman yok olmaktadır. Var olduğu sanılanlar yoktur aslında, yok oldukları düşünülenler ise vardır.

Şu an yaşadığımızı düşündüğümüz yaşantı parçası, geçmişte yaşanmış bitmiştir belki de. Şu an o olay değil, o olayın zihnimizdeki izdüşümü yaşamaktadır. “Yaşam tekrarlardan değil, tekrarların tekrarından oluşur”.

Romana “Gölgesizler” adının verilmesi, roman kişilerinin, elle tutulur, gözle görülür kişiler olmamalarındandır. Birer ideadır onlar, yokturlar belki de. Çünkü tamamen zihinde yaratılmışlardır. Gerçekte var olmadıkları için, gölgeleri de olamaz. “Yok”, romanın öteki başkahramanıdır.

Romandaki zaman dilimlerinden biri bugündür. Burada bir roman yazarı (ben anlatıcı), şehirde bir berber dükkânındadır ve tıraş olmak için sırasını beklemektedir. Romanın başında yer alan bu sahne, anlatıcı tarafından bir kurban törenine, bir oyuna benzetilir. Sanki berber bir cellâttır, müşterileri de idam edilmeyi bekleyen kurbanlar. Yazar (Hasan Ali Toptaş), okuyucuları bir oyuna davet ediyor gibidir. Ya da, daha romanın başında okuyucuları uyarmakta, okuyacakları metinin yalnızca bir oyun olduğunu belirtmektedir. Romanın gelişimi içinde anlatılacak kanlı olaylar, ölümler, delirmeler, yok oluşlar, hep bu oyunun, yani berber tarafından sahneye konulan kurban töreninin birer parçasıdır.

Romanda sık sık aynalardan, insanların ve dünyanın aynalara yansıyan görüntülerinden söz edilir. Romanda geçen olayların ve roman kişilerinin, gerçekte var olmayıp birer görüntüden ibaret olduklarını anlatmak için kullanılır ayna imgesi. Sanki olaylar, köyde ya da şehirde, bugün ya da geçmişte değil de aynalarda, özellikle de berberin aynasında meydana gelmektedir. Berber dükkânındaki aynanın üstünde asılı duran, berber tarafından yapılmış karakalem güvercin resmi de, köydeki Güvercin adlı genç kız ile bağlantı kurarak, sözü edilen oyunun tıpkı resim gibi berber (ya da yazar) tarafından “yapılmış” olduğunu kavramamızı sağlar. Berber (ya da yazar), roman boyunca, bir seyirci olarak betimlenir. Kendi düzenlediği töreni dışarıdan, camın (aynanın) arkasından izlemektedir keyifle.

Roman kişileri, bazen bağımsızlıklarını ilan ederler, bazen roman kurgusunun onları getirdiği noktadan, isteseler de geri dönemezler. Birer roman kişisi olduklarının farkındaymış gibi davranırlar.

Berberde sıra bekleyen adam, yazarın kendisi değil, yazdığı romanın kahramanlarından biridir. Yazar, bir akşam evinde roman yazarken dışarı çıkmış, bir geceliğine bir roman kahramanı rolüne bürünmüştür. Ama o an bunun farkında değildir. Gene de çevresindeki insanlardan bazılarının onu görmüyorlarmış gibi, o yokmuş gibi davranmaları, içinde bir kuşku yaratır. Kaybolduğunu, yok olduğunu düşünür bir ara.

Yazar, sabah olduğunda (yazmayı bıraktığında) yeniden evine, gerçek kimliğine dönecektir. Burada sözü edilen yazar, Hasan Ali Toptaş değil, “Gölgesizler” adlı anlatıda sözü edilen yazardır kuşkusuz. Ancak, onun gerçek Hasan Ali Toptaş olmadığını gösteren bir kanıt da yoktur ortada.

Berber koltuğuna oturan müşterilerden keçi sakallı, saçı başı darmadağın adam, tıraşı yarıda keserek yerinden kalkar ve gider. Adı Nuri’dir. O, bir zamanlar, köyde gizemli biçimde kaybolan ve bütün aramalara karşın bulunamayan Cıngıl Nuri’dir. Berberden çıkıp köye, yani geçmişe dönecektir. Daha sonra, jilet almaya gönderilen berber çırağı kaybolur, ardından berber çeker gider, sonunda da berber koltuğunda yüzü sabunlanmış olarak bekleyen kara tespihli adam. Onlar da Nuri gibi, geçmişe, köye dönerler. Bir tek yazar kalır geride. Geç saatlerde o da ayrılır berber dükkânından. Bir sabahçı kahvesinde çay içmeye gider. Dönüşte, yeniden berber dükkânına uğramak isterse de yerini bulamaz. Berber dükkânı da, içindekiler gibi yok olmuştur. Bununla, romanda yaratılan zaman ve mekânın gerçekte var olmadığı, tamamen zihinde tasarlandığı, kurmaca bir dünya olduğu anlatılmak istenir. Bu doğrultuda bir başka örnek; köy imamının “kimsenin namaza gelmeyeceğini bile bile” ezanlar okumasıdır.

Romanın orasına burasına serpiştirilmiş ipuçları şunu göstermektedir ki; yazar, romanda yalnız roman yazarı rolünü oynamakla yetinmemekte, zaman zaman başka roman kişilerinin kılığına girerek ya da onlara kendi özelliklerinin bir parçasını vererek sürekli karşımıza çıkmaktadır. Kimi zaman berber çırağıdır yazar, kimi zaman berber, kimi zaman ermiş biri (Musa), kimi zaman bir deli (Cennet’in oğlu), kimi zaman köyün imamıdır. Kimi zaman şehirdedir, kimi zaman köyde. Kimi zaman bugündedir, kimi zaman geçmişte…

Bir taraftan şehirdeki olaylar sürerken, bir taraftan da geçmişteki köyde gizemli olaylar birbirini izlemektedir. Muhtarın ilk seçildiği yıl anlaşılmaz biçimde kaybolan Cıngıl Nuri’den sonra, bu son seçimlerin hemen ertesinde de Reşit’in kızı Güvercin kaybolur. Onun kaybolması, köyde ardı ardına gelecek felaketlerin başlangıcıdır.

Cıngıl Nuri bir gün geri döner, ancak eski Nuri değildir artık. Kaybolmadan önce işletmekte olduğu berber dükkânı, şehirden gelen berbere verilmiştir. Köylüler, o kadar yıl merak ettikleri, aramaya çıktıkları Nuri’nin dönüşünü pek önemsemezler. Sanki yeni berber, yalnız berber dükkânını değil, Nuri’nin kişiliğini de almıştır elinden.

Muhtar ile bekçi, elektriği bile olmayan köyde devletin temsilcileridir. Sürekli olarak, sulama kanallarının inşaatını başlatmak üzere köye gelecek milletvekillerini beklerler. Oysa bu, yani devletin varlığı, yalnızca bir söylencedir. Muhtar da bir gün, kayıpların bulunması konusunda hiçbir yardımı olmayan devletin varlığından ümidini kesecek ve intihar edecektir. Buna karşılık bekçi varlığını sürdürecektir, köydeki devlet görevini o üstlenecektir. Polis de, savcı da, yargıç da odur.

Roman kişileri hep bir sıkıntı duygusu içindedirler, boğulacak gibi olurlar. İşte o boğulacakmış gibi olma ânı, yok olmanın başlangıcıdır. İnsan bir kez yok oldu mu, ne sıkıntı kalır, ne boğulma duygusu.

Duvar dibinde pinekleyen, kışsa kahvede oturup dışarıyı seyreden aksakallı ihtiyarlar, bir koro gibidirler; birlikte hareket ederler, birlikte konuşurlar. Biraz köyün belleğidirler, biraz vicdanı.

Romanda kent, yalnız araba yığınlarından, çöplerden oluşan kirli bir fon olarak yer alırken; köy, soluk alıp veren, hareket eden canlı bir varlıktır, romanın kişilerinden biridir.

Hiçbir suçu olmayan Cennet’in oğlu, “hiç kimseye” yazdığı mektuplar yüzünden, içlerinde ne yazdığı bilinmediği halde muhtar ve bekçi tarafından Güvercin’i kaçırmakla suçlanır. Yalnızca bir şeyler yazması bile yeterlidir bir kişinin suçlu sayılması için.

Romanın sonunda, Güvercin’i kaçıranın ve ona tecavüz ederek hamile bırakanın bir ayı olduğu anlaşılır. Galiba, yazar son kez eğlenmektedir bizlerle.

3. Biçimsel Öğeler

3a. Kurgu
Romanın kurgusu içinde, şehirdeki olaylarla köydeki olaylar ardışık bir sıra içinde verilmekte, şehirden bir sahnenin ardından bir köy sahnesi, hemen ardından tekrar şehir sahnesi ön plana çıkarılmakta ve bu, roman boyunca böyle sürüp gitmektedir. Bu tür bir kurgu, romandaki gerilimi ve okuyucunun merakını sürekli canlı tutmaktadır.

3b. Dil ve Anlatım
Roman, kolay okunur, temiz ve duru bir dille, yalın bir anlatımla yazılmıştır. Dilin bu biçimde kullanımı, okuyucuda, romandaki olayların hiçbir olağanüstülük taşımadığı şeklinde bir yanılsama yaratır. Bu, alışılmamış bir gerçeklik duygusudur. Anlatımın, zaman zaman masalsı ve söylencesel bir biçime bürünmesi de hissedilen gerçeklik duygusunu yok etmez.

3c. Üslûp
Yazar, kullandığı özgün benzetmeler ve söz dizimleri ile kendine özgü bir üslûp yaratmıştır denilebilir. Aşağıdaki örnekler, romandan seçilmiştir.

“İçinde biriken uzaklara gidiyormuş.” “Yaşlı bir hırıltı bulutu.” “Gece, damları sürükleye sürükleye arkalarından gelmişti sanki.” “Öksürüğe tutunmak”. “Kahkahaların ortasına nişan aldı.” “Kapıya yüklenen zifiri karanlık.” “Toprağa kapanmış küçücük çocuklara benzeyen mezarlar.” “Umutsuzluktan harf harf dökülen bir ses.” “Kalaylanmış bir çift tas” (gözler).

4. Genel Değerlendirme
Gölgesizler, farklı zaman ve mekânların iç içe geçmişliğiyle, olayların ve kişilerin neredeyse soyut birer kavram olarak ele alınmalarıyla, daha baştan anlatının bir oyun olduğunun vurgulanmasıyla ve yazarın da bu oyunun bir parçası yapılmasıyla postmodern romanın başarılı bir örneği olarak değerlendirilebilir. Romanda, görünürde bir olay örgüsü vardır belki, ama asıl tema, söz konusu olaylar değil, bu olayların yardımıyla, zaman-uzam, varlık-yokluk gibi felsefi sorunların tartışma gündemine getirilmesidir. Söz konusu kavramlar, romanda neredeyse birer roman kişisi gibi ele alınarak somut birer varlığa dönüştürülmüşlerdir.

Romanın biçimsel öğeleri de içeriği destekler niteliktedir.