Bu Blogda Ara

11 Aralık 2010 Cumartesi

Latife Tekin'in "Sevgili Arsız Ölüm" Romanı

Olay Örgüsü

Sevgili Arsız Ölüm romanında olayların bir bölümü, sonradan Akçalı adını alacak olan Alacüvek köyünde; bir bölümü de adı belirtilmeyen bir büyük şehirde geçer. Otobiyografik özellikler taşıdığı bilinen romanda sözü edilen köyün, Kayseri’nin Bünyan ilçesine bağlı Karacafenk köyü, büyük şehrin ise İstanbul olduğu, yazarın yaşam öyküsünden yola çıkılarak tahmin edilebilir.


Alacüvek köyünden Huvat Aktaş şehirde kendi adına izolasyon ve boya işleri yapmakta, arada bir köyüne gelmektedir. Hemen her gelişinde köye soba, radyo gibi yeni eşyalar getiren Huvat’ın getirdikleri arasında en fazla ilgi çekeni, köylülerin gördüğü ilk taşıt aracı olan mavi bir otobüstür. Köylüler başlangıçta yabancılık çektikleri otobüse çabuk alışırlar.

Huvat bir gün de köye Atiye adında şehirli bir kadınla gelir. Köylü kadınlar Atiye’yi merakla incelerler, cinli ve uğursuz olduğuna inandıkları için onu ahıra kapatırlar. Hamile olan Atiye, dokuz ay sonra bir kız çocuk doğurunca ahırdan çıkarılıp evin üst katındaki tandır odasına yerleştirilir. Yeni doğan bebeğe, Huvat’ın annesinin adı olan Nuğber adı verilir.

Kısa sürede köye uyum sağlayan Atiye, köylü kadınların yaptıkları her işi öğrenmekle kalmaz; Huvat’ın getirdiği dikiş makinesinde dikiş dikmeye, çerçiye şırınga getirtip köylüye iğne yapmaya da başlar; artık köyde “İğneci Atiye Hanım” diye anılmaktadır. Huvat ile Atiye’nin Nuğber’den sonra dört çocuğu daha dünyaya gelir: Büyük oğul Halit, ortanca oğul Seyit, küçük kız Dirmit ve en küçük oğul Mahmut.

Huvat, bir süredir köye dişe dokunur bir yenilik getiremediği düşüncesiyle bu defa da köyün adının değiştirilmesi fikrini ortaya atar. Huvat’a kalırsa köyün yeni adı “Atom” olmalıdır, ama bu isim benimsenmez, tartışmalardan sonra köyün yeni adının “Akçalı” olması kararlaştırılır.

Huvat, çalışmak üzere köylülerden bir kısmını şehre götürür. Şehirde kalorifercilik, boyacılık, badanacılık gibi işlerde çalışan köylülerin hiçbiri bir daha köye dönmeyecektir. Öte yandan Halit ve Seyit de artık babaları ile birlikte şehirde çalışmaya başlamışlardır. Büyük oğul Halit, Atiye’nin doğduğu yöreden gelip komşu köylerden birine yerleşen Sose-Rızgo çiftinin kızı Zekiye ile evlendirilir.

Sık sık öğretmeni değişen köy okulu, yeni bir öğretmenin gelmesiyle yeniden açılır ve Dirmit okula başlar. Dirmit’in dışında köyde okula gönderilen kız yoktur. Hakkında komünist olduğu dedikodusu yayılan öğretmen, öğrencilerine karne veremeden köyden ayrılmak zorunda kalır.

Huvat, hem kendisiyle birlikte çalışan oğulları Halit ve Seyit’in şehirde “sefil oldukları”, hem “cinli kız” adı verilen Dirmit’in köyden dışlanması gerekçesiyle Atiye’yi ve öbür çocuklarını şehre götürmeye karar verir. Köydeki her şey satılıp ailece büyük şehre göç edilir.

Aktaş ailesi, büyük şehirde Akçalı köyünden göçenlerin oturduğu bir mahalleye yerleşir. O kış, şiddetli bir kar yağar. Huvat, Halit ve Seyit, hiçbir izolasyon ve boya işi alamazlar. Parasızlık nedeniyle önce Zekiye ve Nuğber’in bilezikleri, sonra evdeki halılar satılmak zorunda kalınır.

İşsiz kalan Huvat, sakal bırakarak, tarikat çevrelerine girerek, yeşil kitaplar okuyarak kendini dine verir; karısı Atiye ile büyük kızı Nuğber’in başlarını bağlatır.

Huvat gibi Halit de hemen hiç çalışmamakta, evin geçimini kalorifer tesisatı işinde çalışan Seyit sağlamaktadır.

Aile bireyleri arasında çatışmalar çıkmaya, Atiye sık sık hastalanmaya başlamıştır. Zekiye’nin yeni doğan kız bebeği hastalanıp ölür. Mahmut, okulu bırakıp kalorifercilik, berberlik, terzilik gibi değişik işlerde çıraklık eder.

Seyit’in hastalanıp işten ayrılmak zorunda kalması üzerine aile tek odalı ucuz bir eve taşınır. Nuğber, ailenin geçimine katkı olsun diye babasından ve erkek kardeşlerinden gizli, bir terzinin yanında çalışmaya başlar. Seyit adı verilen bir erkek çocuk doğuran Zekiye de Halit’in askere gitmesinden sonra Gigili Topal Aygaz diye birinin adına evde halı dokumaya başlar.

İyileştikten sonra usta yevmiyesiyle iş bulamayınca silahlanıp fedailiğe ve kabadayılığa, haraç toplamaya başlayan Seyit, annesinin üzüntüden yataklara düşmesiyle kabadayılığı bırakır, yeni aletler satın alarak tekrar tesisatçılık işine başlar; ancak bir süre sonra rekabet nedeniyle bacağından vurulacak ve işi yine bırakmak zorunda kalacaktır.

Küçüklüğünden beri hayal gücünün genişliği, duygusallığı ve duyarlılığıyla diğer çocuklardan ayrılan ve bu yüzden köyde “cinli kız” adı takılan Dirmit şiir yazmaya başlar; okulda çok başarılıdır, takdirnameler getirir; artık kendini aile bireylerine yabancı hissetmektedir.

Mahmut, son çalıştığı işten ayrılıp sinema önlerinde kitap satmaya başlamış; Huvat, katıldığı bir irtica eyleminde gençlerden dayak yemesi üzerine dinî kitapları bir yana bırakmıştır.

Askerden döndükten sonra bu defa da Halit sakal bırakır, şalvar giyer, namaza başlar; elini kız kardeşlerine bile uzatmaz olur. Atiye’nin yalvarmalarıyla din tutkusundan sıyrılırsa da bu defa evde kuş beslemeye başlar, ancak annesi ile babası kuşları evde istemediğinden onları satmak zorunda kalır. Eşinden de soğumuş olan Halit evi terk eder.

Huvat ise, kendini suya adar, bütün gün denizi seyreder, şişelere deniz suyu doldurup evinin duvarlarına asar; ayağına bir eşofman giyip, gençlerle futbol oynamaya başlar.

Bir süreden beri istikrarlı bir işi olmayan Mahmut da kendini gitar çalma hevesine kaptırmıştır. Huvat’ın eve dönmeye ikna ettiği Halit, gelir gelmez Mahmut’un gitarını parçalar, Seyit de Dirmit’in şiir defterini yırtar.

Nuğber, kendisinden birkaç yaş küçük şehirli bir delikanlıyla evlendirilir. Seyit askerdedir. Teknik kaplama işine çırak giren Mahmut, kısa sürede usta olmuş, iyi para kazanmaya ve evin geçimini sağlamaya başlamıştır. Mahmut’un yeni aldığı gitara bu kez hiç kimse dokunmaz.

Kalbinden, karaciğerinden ve rahminden hasta olan ve ölüme hazırlanan Atiye, hiçbir çocuğunu gönlünce yetiştiremediğini düşündüğünden öbür dünyadaki sorgulamada sorulara ne cevap vereceği kaygısı içindedir. Huvat ise karısı öldükten sonra köyüne dönmeyi, orada tek odalı bir ev yapmayı, genç bir Çerkez kızıyla evlenmeyi kurmaktadır.

Kendini iyice şiire veren, denize, gökyüzüne, sokaklara tutkuyla bağlanan Dirmit, ailesinden tamamen uzaklaşmıştır; şiir yazması yasaklanır, yedi gün boyunca evde kimseyle konuşmama cezasına çarptırılır. Bunun üzerine o da aile bireylerinin tümüne hitaben bir mektup yazar. Bu uzun mektubun bazı sayfalarının şehrin üstünde uçuştuğu görülür.

Roman, Atiye’nin ölümüyle son bulur.

Romanda Anlatılan Tarihsel Dönem

Sevgili Arsız Ölüm’de olayların geçtiği yıllar çok net değildir. Yine de romandaki belirtilerden, olayların 1960’lı yılların sonlarında geçtiği anlaşılabilir. Bu yıllarda kapitalistleşme hızlanmış, büyük şirketlerin iş hayatındaki ağırlığı artmıştır. Sokaklarda siyasal eylemler yapılmakta, köyden kente göç, toplumsal değişmenin itici gücü olmaya devam etmektedir.

Romanın Tematik Çözümlemesi

İnanç ve Gelenekler

Sevgili Arsız Ölüm’de dinsel inançlar ile âdet ve görenekler, köyde kırsal kültürün zenginleştirici birer öğesi; şehirde ise işsizlik sonucu uğranılan kimlik kaybı ve yoksullaşmadan dolayı bir tutuculaşma ve sığınma unsuru olarak yer alır. Huvat’ın ve Halit’in işsiz kaldıktan sonra, dinî kitaplar okuyarak, tarikat üyeleriyle haşır neşir olarak kendilerini dine vermeleri ve Huvat’ın şehirde de köy âdet ve göreneklerini uygulama konusundaki ısrarlı, ama sonuçsuz çabaları bu çerçevede değerlendirilebilir.

İnanç ve geleneklerin şehirde bir tutuculaşma unsuru hâline geldiği, Huvat’ın aşağıda örnekleri yer alan davranışlarından da bellidir:
• Eşinin ve büyük kızının başlarını örtmelerini ister.
• Mahmut’un kadın berberinde çalışmasını istemez, sinema önlerinde sattığı kitapları yakar, uzayan saçlarını makasla keser.
• Büyük kızı Nuğber’in evin geçimine katkı için bir terzinin yanında çalışmaya başlaması, buna izin vermeyeceği bilindiği için Huvat’tan gizlenir.
• Sık sık çocuklarını evlatlıktan reddeder.
• Nuğber’le evlenecek olan gencin kız istemeye tek başına gelmesine, uzun saçlı olmasına, karşısında sigara içmesine tepki gösterir.
• İlk torununa ad verme töreninde, Atiye’nin kaynatıp ev halkına suyunu içirmek için aldığı bitkilerin parayla satın alındığından dolayı bir işe yaramayacağını; gelenek gereği bebeğin ağzına tükürmeye sıra geldiğinde Atiye’nin bu görevi evin geçimini sağlayan Seyit’e vermesi üzerine, kız çocukların ağzına erkeklerin tükürmesinin doğru olmadığını, âdette böyle bir şeyin bulunmadığını hatırlatır.
• Sinema önlerinde kitap satıcılığı yaptığı sırada kendisine “Bil Kit” adını veren Mahmut için bir ad verme töreni düzenler, dualar okuyup kulağına “Senin adın Mahmut!” diye bağırır.
• Zaman zaman Atiye’yi döver, bir defasında onu boşar, sonra tekrar nikâh kıyar. Oğlu Halit’e, “karı”nın tenha bir yerde dövülmesi gerektiğine dair öğütler verir.
• Kızı Nuğber’i evlendirirken köyde olduğu gibi eve koç gönderilmesini, erkek evinin çatısına düğünden üç gün önce bayrak dikilmesini, düğün günü köylülerine davet tekrarı yapılmasını, kızının bakire olduğuna ilişkin müjdeyi anında alabilmek için gerdek gecesini erkek evinde geçirmeyi ister. Bu isteklerinin hiçbiri yerine getirilmez. Yalnızca, Nuğber’in bakire çıktığı haberiyle yetinmek zorunda kalır.

Atiye’nin inanç, âdet ve görenekleri yorumlama ve uygulama biçimi ise Huvat’ınki gibi tutuculuğa ya da sıkı sıkıya bir bağlılığa dayanmaz; bunun yerine onları esnek ve ‘pragmatik’ bir yaklaşımla ele alır. Atiye bu tutumuyla inanç, âdet ve göreneklere, günlük yaşamda işe yaradığı sürece bağlı kalınacak, günlük hayatın gidişatını tehlikeye sokma ihtimali belirdiğinde ise bir tarafa bırakılması gerekecek bir kurallar bütünü olarak baktığını belli etmekte; bir bakıma kentsel kültüre özgü akılcı bir yaklaşım sergilemektedir.

Örnek vermek gerekirse;
• Huvat, parti propagandası yapmak için çevre köylerde dolaştığı sırada, kocasının bir an önce köye dönmesi için, onun çamaşırlarını “sevda bozma” muskalarının suyuyla yıkar, okuyup üfler. Ancak Huvat dönmeyince, evdeki muskaların tümünü toplayıp atar. “Muskaya da üfürüğe de inanmam artık.” der.
• Gelini Zekiye’nin ilk bebeği ölmüştür. Seyit adını alacak olan ikinci bebeğe ad verme töreni sırasında kimsenin, Seyit’in bile bebeğin ağzına tükürmesini istemez. Çünkü Seyit ciğerlerinden hastadır ve çocuğun ağzına tükürmesi, bebeğe hastalık bulaşmasına yol açabilir.
• Kızı Nuğber’in evlenmesi sırasında, Huvat’ın ısrarlarına karşın, şehir yerinde uygulanma güçlükleri nedeniyle, köydeki âdetlerin yerine getirilmesine izin vermez.
• Ölmeden önce, askerde olan oğlu Seyit’i son bir kez görmek ister; Allah’a “varsan oğlumu göster,” diye seslenir, oğlunu göremeyince inancı sarsılır.

Eğitime ve Kendini Geliştirmeye Karşı Alınan Tavır

Sevgili Arsız Ölüm’de anne Atiye ve ailenin erkekleri, Dirmit’in, ders kitapları dışında kitaplar okumasına, şiirler yazmasına, radyo dinlemesine, arkadaşlar edinmesine karşıdırlar. Aynı muhalefet, Mahmut’a da gitar çalma konusunda yöneltilir.

Bunun yanı sıra, Huvat, oğullarını, öğrenim görmeleri yönünde teşvik etmez. Onların bir an önce bir meslek sahibi olup eve para getirmelerini ön sırada tutar. Mahmut’un inşaatlarda çalışmayı kabul etmemesi üzerine bir süre onun evde yemek yemesini yasaklar, harçlığını keser.

Dirmit’in okula gitmesine ise kimsenin bir itirazı yoktur. Köyde hiç kimse kızını göndermezken, Atiye, Dirmit’i okula göndermekte bir an bile tereddüt etmez.

Toplumsal Denetim

Romanda toplumsal denetim, en çok, geçmişte hep kendi adına çalışmış olan Huvat’ın ve oğullarının, işleri dağıldıktan sonra işçileşmeyi reddetmeleri konusunda hissedilir. Bulunulan sosyal çevrede kendi adına çalışmak her zaman daha saygın olduğundan, “patronluk”tan işçiliğe düşüş, ne Huvat ne de oğulları tarafından kabul edilebilir. Bu koşullarda Huvat ve Halit hiç çalışmayacaklar, Seyit ve Mahmut da işçi olarak çalışmaktansa yasa dışı uğraşlar edinmeyi yeğleyeceklerdir.

Köylülerin Dirmit’e “cinli kız” adını takarak uyguladıkları toplumsal baskı da bu kategoride değerlendirilebilir.
Köylülerle Şehir ve Şehirliler Arasındaki Etkileşim

Köy kökenli olmakla birlikte, ‘şehirli’ bir kadın olan Atiye’nin romanın hemen başında köye gelmesi, romanda şehirli–köylü etkileşiminin iki yönlü olarak işlenmesine kapı açarak romanı göç olgusu açısından son derece ilgi çekici kılmıştır. Bilindiği gibi, köyden kente göçün ve göçmenlerin şehre uyum sorunlarının hikâyesini anlatan kentleşme konulu romanlarda göç, çoğunlukla köyden kente doğru işleyen tek yanlı bir süreçtir. Oysa Sevgili Arsız Ölüm’de göç, iki yönlü bir süreç olarak anlatılmıştır. Roman, başlangıçta, bir ‘şehirli’ olan Atiye’nin köye gelişi ve köylülerle olan uyum sürecini ele alırken, daha sonra köylü bir ailenin şehre göçü ve göç sonucunda yaşadığı sıkıntılar konu edilir.

Atiye, köye geldiğinde köylü kadınlardan farklı davranışlarıyla dikkat çeker: Çocuklarını şehirli biçimi giydirir, ellerine şehirden satın alındığı belli olan oyuncaklar verir ve onları iki günde bir sabunla yıkar. Okuma yazma bilir, dikiş diker, iğne yapar. Köyde hiç kimse kızını göndermezken, o Dirmit’i okula gönderir. Atiye’nin, aşağıda “Evlilik, Aile ve Kadın” başlığı altında yer verilecek olan, erkeklere yönelik davranışları da köylü kadınlara benzemez. Onun bu ‘eski köye yeni âdet’ davranışları, köye ve köylülere kolayca uyum sağlamasını engellemez. Bunda Atiye’nin köy kökenli olması kadar, köylülerin bir ‘şehirli’ de olsa Atiye’yi benimsemeleri ve zamanla onu kendilerinden biri olarak görmeleri de rol oynamıştır. Özetle, romanda anlatıldığı kadarıyla, Atiye’nin köye olan uyum sürecinin sancılı bir süreç olduğu söylenemez. Buna karşılık; romanda ailenin şehre göç ettikten sonra yaşadıklarına, başka bir ifadeyle göçün ve şehirli-köylü etkileşiminin öbür yüzüne ayrılan bölümler tümüyle sancılı bir sürece karşılık gelmektedir.

Örneğin; Seyit ve Mahmut’un ne köyde, ne şehirde görülen türde karmaşık ve tutarsız bir değerler sistemini benimsemeleri, büyük ölçüde kentin acımasız iş koşullarıyla, dolayısıyla kentte yaşayanlarla en çok etkileşime giren aile bireyleri olmalarına bağlanabilir.

Bir başka örnek, Halit’in kentli kadınları görünce eşi Zekiye’yi beğenmez olmasıdır. Bu durum, Halit-Zekiye evliliğinin fiilen çökmesine neden olur.

Kendisinden birkaç yaş küçük, kentli bir gençle evlendirilen Nuğber’in mutsuz evliliği de köylü-kentli etkileşiminin olumsuz sonuçlarından biridir.

Evlilik, Aile ve Kadın

Romanda aile birliğini temsil etme misyonunu evin hanımı Atiye üstlenmiştir. Ailenin görünürdeki reisi Huvat olmasına; evin geçimini sağlayan Seyit ve Mahmut’un zaman zaman parasal güçlerinden dolayı ailenin babası rolünü üstlenmelerine karşın, gerçekte evi çekip çeviren ve perde arkasından yöneten Atiye’dir.

Atiye’nin kadın erkek ilişkileri konusundaki davranış tarzı, onun geleneksel Türk ailesindeki kadın rolüne razı olmadığını göstermektedir. Örnek vermek gerekirse;
• Köyde, kadınların erkeklere saygı göstermeleri gereğinin biçimsel göstergelerinden biri olan, yolda önüne bir erkek çıkan kadının erkeğe yol vermesi davranışını bir türlü ‘öğrenemez’ ya da öğrenmek istemez.
• Köyde evli çiftlerin birbirlerine herkesin içinde sevgi gösterisinde bulunmaları ayıp sayıldığı hâlde, Atiye buna aldırmadan kocasına yüksek sesle türküler söylemekten çekinmez.
• Kocasının kendisinden uzaklaştığını düşündüğü zamanlarda makyaj yaparak, kokular sürerek, giyimine ve takısına özen göstererek kocasına çekici görünmeye çalışır.
• Gerektiğinde kocasına karşı çıkabilir. Örneğin, Huvat’ın bir kızgınlık anında belirttiği ‘bundan böyle köylüye iğne yapmaması’ yönündeki isteğini geri çevirir. Kimi durumlarda kocasına sert eleştiriler yöneltmekten kaçınmaz.

Bununla birlikte, Huvat’ın aileye hiçbir katkısının olmadığını ve bundan sonra da olmayacağını bildiği hâlde, “Gölgesi olsun, üstümüze vursun, baba yine de babadır.” diyen Atiye’nin baskın karakteri, erkek egemen Aktaş ailesinde kadınların ezilmesini önleyemez. Kocaların eşlerini, erkek çocukların kız kardeşlerini dövmeleri sıradan bir olaydır. Kadınların ve kızların ev dışında çalışmasına, arkadaşlar edinmesine, dışarıda fazla gezmesine izin verilmez.

Üstlendiği misyon gereği, Atiye’nin bütün kaygısı, ailenin bir arada olması ve bütünlüğünü korumasıdır. Bu doğrultuda, aile bireylerinin, evden uzaklaşmalarına yol açacak hobi ya da kendini geliştirme amaçlı uğraşlar ve arkadaşlar edinmelerini önlemeye çalışır. Örneğin;
• Huvat’ı avcılıktan alıkoymak için fişekleri toplayıp kuyuya atar,
• Dirmit’in gölgelere bakarak zamanı kestirmesini ve her gün aynı saatte radyonun başına geçmesini, onun cinlerle haberleştiği biçiminde yorumlar ve radyoyu samanlığa saklar,
• Dirmit’in kitaplara düşmesi üzerine onu bundan vazgeçirmek için kurşun döktürür, elinden tutup dergâhlara götürür,
• Dirmit’in şiirlerini yazdığı defteri bulup ağabeyine yırttırır, “Şiir senin anan değil baban değil, boşla gitsin,” (s.197) diye yalvarır,
• Dirmit’in eve geç geldiği bir gece, uyurken onun bekâretini kontrol etmeye kalkar,
• Mahmut’un gitar çalmasına karşı çıkar,
• Şehirde Dirmit’in kendisine arkadaşlar edinmesini, elden dost olmayacağı gerekçesiyle istemez.

Atiye’nin aileyi bir arada tutma amacı doğrultusundaki; geleneklerin yanı sıra boş inançların ve kurnazlıkların da karıştığı diğer bazı davranış ve değer yargılarına aşağıdaki örnekler verilebilir:
• Ailece şehre göç edilmesi kararını sevinçle karşılar. Bu sayede artık aile bireyleri hep bir arada olacaklardır.
• Karısından soğuyan Halit’i, ona tekrar yakınlaştırmak için bir taraftan kırk karabiber kavurmak, oğluna eşek dili yedirmek gibi yollara başvururken, bir taraftan da Zekiye’nin başını açtırır, naylon çorap, naylon gecelik, askılı etek giydirir.
• Huvat’ın Nuğber’in evlenmesini engelleme girişimlerine karşı, okunmuş bir mendilin dört ucunu kördüğüm ederek onun ağzını ‘bağlar’.
• Sık sık hastalanarak yatağa düşer; yakında öleceği iddiasıyla vasiyet adı altında aile bireylerine istediklerini yaptırır.

Yoksulluk Kültürü

Erkeklerin çoğunlukla işsiz olmaları ya da düzenli işlerde çalışamamaları, ailenin şehirdeki yaşantısında sürekli geçim sıkıntısı çekmesine neden olur. Bu yüzden tek odalı bir eve taşınmak zorunda kalan ailede kadınlar, evde halı dokuyarak, dışarıda gizlice çalışarak ailenin geçimine katkıda bulunmaya çalışırlar. Roman boyunca süren aile içi çatışma ve şiddetin başlıca sebebi de geçim sıkıntısıdır.

Ailenin büyük şehre göç ettikten sonra içine girdiği yoksullaşmanın başlıca nedeni, yukarıda değinildiği gibi Huvat ve oğullarının iş koşullarındaki olumsuz gelişmelerdir. Buradan yola çıkılarak; romanda, ülke ekonomisindeki kapitalistleşme ve endüstrileşme, dolayısıyla da kentleşme yönünde meydana gelen gelişmeler ile yoksullaşma arasında bir bağ kurulduğu ve romanın ana temasının da bu bağ üzerine geliştirildiği söylenebilir.

Dirmit, ailenin yaşadığı yoksullaşmanın bilincindedir. Şehirdeki çoğu evin perdelerinin açık olmasına karşılık, kendi evlerinin perdelerinin hep kapalı olmasını, yoksulluktan duyulan utanca bağlar.

Perdelerin sürekli kapalı tutulması, ailenin şehirden yalıtlanmasının, kendi içine kapanmasının bir simgesidir. Aktaş ailesi, köyde son derece canlı bir sosyal ilişkiler ortamında iken, şehre taşındıktan sonra, aynı mahallede yaşayan köylülerle kurulan sınırlı düzeydeki ilişkiler dışında neredeyse toplumdan soyutlanmış bir durumdadır. Bilindiği gibi, soyutlanma ve kendi içine kapanma ile yoksulluk arasında yakın bir ilişki vardır.

Sonuç

Sevgili Arsız Ölüm temelde Aktaş ailesinin Orta Anadolu’nun bir köyünden büyük şehre göç ettikten sonra yaşadığı maddi ve manevi yoksullaşma ile buna bağlı olarak içine girdiği dağılma sürecini anlatır.

Yoksullaşma

Maddi yoksulluk hem mekânsal düzlemde, hem de ailenin gelirinde meydana gelen daralma ile hissedilir: Köyde, bahçeli, çok odalı, geniş bir evde refah ve bolluk içinde yaşayan aile, büyük şehre göç ettikten sonra dokuz kişi tek bir odada yaşamak zorunda kalır. Çalıştığı sektörde meydana gelen gelişmeler Baba Huvat’ı işsiz bırakır, büyük oğul Halit de düzenli bir işe sahip olamaz. Ailenin geçimini, kimi zaman ortanca oğul Seyit, kimi zaman küçük oğul Mahmut temin etmekle birlikte onların çalıştıkları işlerin ve elde ettikleri gelirlerin de istikrarlı olmaktan uzaklığı, ailenin sürekli olarak parasal sıkıntı içinde yaşamasına neden olur.

Ailenin yaşadığı yoksullaşma yalnız maddi alanda değil, köydeki âdet ve göreneklerin yitirilmesi yoluyla manevi ve kültürel alanda da hissedilir. Şehirde yaşatılamayan inanç, âdet ve göreneklerin bir tarafa itilerek paranın gücüne teslim olunması, manevi yoksullaşmayı açık biçimde göstermektedir. Bu, aynı zamanda ülkemizde kapitalistleşme, endüstrileşme ve kentleşme sürecinde oluşan değerler karmaşasının Sevgili Arsız Ölüm’e yansıması olarak da görülebilir.

Dağılan Aile

Yoksullaşma, ailenin büyük şehirdeki dağılma sürecinin de başlıca nedenini oluşturur. Kendisinden sonra ailenin bir arada kalamayacağının bilincinde olan Atiye’nin ölümü, okura hem romanın bitimini, hem de ailenin dağılışını haber verir. Romana Sevgili Arsız Ölüm adının verilmesi de Atiye’nin ölümünün romanın ”tema”’sı açısından ne denli önemli olduğunu gösterir. Romanın köyde cereyan eden bölümünde, Huvat ve iki oğlunun çalışmak için çoğunlukla şehirde olmalarından dolayı bireyleri fiziksel olarak birbirlerinden ayrı olmalarına karşın manevi bütünlüğünü koruyan aile, büyük şehre göç ettikten sonra tek odalı bir evin içinde hep birlikte yaşar, ama aile bireylerinin zihinsel olarak birbirlerinden uzaklaştığı ve bunun sonucu olarak bütünlüğün giderek yitirildiği görülür. Ailenin köydeki durumuyla büyük şehirdeki durumu arasında yaratılan bu karşıtlık, büyük şehirdeki yaşamın aileye yaptığı olumsuz etkinin okur tarafından vurucu biçimde algılanmasına yol açar.

Evin hanımı Atiye, ailenin dağılmaması için en çok direnen ve çaba harcayan kişidir. Onun bütün kaygısı; kocasının ve oğullarının düzenli olarak çalışmaları, büyük kızı Nuğber’in evlenip bir yuva kurması, küçük kızı Dirmit’in okumasıdır. Aile bireylerinin, bu hedeflerden sapan davranış ve arayışlarını engellemek için, yasaklar koymak, dua etmek, kurşun döktürmek, büyüler yapmak, hastalanıp yataklara düşmek gibi çeşitli yollara başvuran Atiye, bütün bu çabalarıyla aileyi fiziksel olarak bir arada tutmayı başarsa da, her bir aile bireyinin kendi bildiği yoldan gitmesine engel olamaz. Aslında o da çabalarının boşuna olduğunun farkındadır; ölüme, çocuklarını yüz ağartıcı kişiler olarak yetiştiremediği için öbür dünyada sorgulanacağı endişesiyle gider.